Geçen hafta başta medya olmak üzere, siyasilerin yaptığı en ciddi medya kazası "kelle"saymaktı
Muhalefetin "Meclis'ten Sorumlu Devlet Bakanı" diye adlandırdığı TBMM BaşkanıBülent Arınç, 14 Nisan'da Tandoğan'da yapılan miting öncesinde, katılım beklentilerinin"50 binden az" olacağını söylüyordu.
Arınç'ın kelle tahmini, lotoda 7 trilyona dayanan ikramiyede altı tutturmak kadar zordu.
Arınç bununla da yetinmedi, mitingle ilgili "darbecilerin düzenlediği bir kışkırtma"yorumunu da yaptı.
Ama, Arınç belli ki oturduğu makamı ve o makamın demokrasinin en önemli simgesi olduğunu unutmuştu.
Demokrasinin en önemli özelliği de kitlelerin tepki verme hakkıdır.
Tepki verilirken, istemediğiniz ve beğenmediğiniz her türlü sözü de göğüslemekzorundasınız.
Meclis Başkanı, "demokratik" bir hakkı kelle sayısı ile çarpıp, "üç beş çapulcu"cümlesiyle bölüp, eşitleyince karşısına hem medya hem demokrasi kazası çıkıverdi.
Özdemir Asaf'ın bir şiirini bize Çetin Altan, Milliyet'teki köşesinde hatırlattı. Arınç'ın tavrına çok yakıştırdık bu dizeleri.. Siz ne dersiniz?
"Kendi bahçesine dal olamayan birisi, Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor"
* * *
Dönelim kelle hesabına
Tandoğan Meydanı'ndaki dev mitingi "kelle sayısına indirgeme" çabası bu kez medyaya geçti.
Mitingin ertesi günü çıkan gazetelerde kimi 250 bin, kimi 370 bin diyor. İslami basın ise ancak 30 bin diye karşı atağa geçip, kendi kitlesine "bir şey yok, bir şey yok, sakin olun" mesajı vermeye çalışıyordu.
Ama, önemli olan, Türkiye'nin dört bir yanından bunca insanın "kendi istekleriyle" bir araya gelmesiydi.
Bazı siyasiler bundan nasiplenmeye, ekmeklerini kalabalığın "suyuna banmaya" çalışsalar da sonuçta hiç kimse mitinge "şu partinin" veya "bu darbecinin" diyemedi.
SONUÇ: Mitingin yapıldığı saatlerde medya kelle saymakla meşgulken ve kendi cephesinden olayıbüyük veya küçük nasıl göreceğinin hesabını yaparken, askeri savcının talebiyle NoktaDergisi'ndeki baskın ikinci gününe girmişti.
Dergiye yapılan baskın, basın özgürlüğü adına o kadar vahimdi ki medya hem mitinge hem de bu olaya gereken ağırlığı her nedense veremedi.
Güneri Civaoğlu, Pazar günkü Milliyet'teki köşesinde, hem okurlarına hem de NoktaDergisi'ne yapılan baskına yeterli tepkiyi vermeyen meslektaşlarına bir hukukçuolarak şu uyarıda bulundu;
"2004'de kabul edilen 5187 sayılı yasanın 12. maddesi 'gazetecinin bilgi, belge ve haber kaynaklarını açıklamama haklarının olduğunu' öngörür.
Baskın olayını bir hukukçu olarak öyle görüyorum. Bu öyle bir uygulama başlatır ki, önümüzdeki süreçte matbaalar, gazeteler, televizyonlar, radyolar da basılır. İfade özgürlüğü psikolojik ipotek altına girer."
* * *
Türk medyasının bu "ilginç" durumunu tespit eden bir başka konuşmayı ise geçtiğimiz hafta Sabah Gazetesi köşe yazarı Umur Talu katıldığı bir konferansta yaptı.
İletişim Kanalları ve Teknoloji Etik Zirvesi'nde konuşan Talu, Türkiye'deki gazeteciliğin durumuyla ilgili bilgi verirken, "Ortada bir süt var. Bu süt zamanla daha pastörize oldu. Ancak şimdi inek deli dana" ifadesini kullandı.
Talu, bu konuşmayı Tandoğan Mitingi öncesinde, 12 Nisan'da yapmıştı.
Ama, Talu'nun şu sözleri sanki mitingle ve "Nokta" baskını ile ilgili haber veren veya veremeyen medyaya mesaj gibiydi;
"Ben bugün size en temiz gazeteyi yapabilirim. Fotoğraf gerçek, bilgiler doğru olursa bu temiz bir gazete olur. Ancak bu çok etik bir gazete olamaz. Hakikatleri yazmak için elimizi çamura sokmamız gerekir."
Kıssadan hisse, gerçek gazetecinin eli temiz olmaz. Elini nerelere soktuğunu ise açıklamak zorunda değildir.