Eski Yunanca'dan gelen ve "yabancı korkusu" anlamındaki Zenofobi, geçen haftaRadikal Gazetesi'de İsmet Berkan'ın köşesinde kullanıldı.
Kullanılma amacı da Malatya'da misyonerlik faaliyetleri yaptığı gerekçesi ile üç kişinin vahşice, tüyleri diken diken eden bir biçimde katledilmesi olayıydı.
Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar basan yayınevi, daha önce birçok kez tehdit almış ve Malatya Emniyeti'ne saldırı olacağına ilişkin bir çok istihbarat ulaştırılmış.
Ama, "geliyorum" diyen saldırı, maalesef gerçekleşti ve Hrant Dink cinayetindeki gibi arkasından yine 18-20 yaş sınırındaki üç-beş genç çıktı.
Tabii yine bu gençlerin "derin gırtlak" büyük ağabeyleri aranacak.
Gözünü kırpmadan gırtlak kesen gençlere de kimlerin "sufle verdiği" üzerine önümüzdeki aylarda medyada yer alacak uzun tartışmalar olacak.
İşi medya kazasına dönüştüren açıklama ise İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'dan geldi. Ölenlerden birinin Alman, ikisinin dönme Hıristiyan Türk olması belli ki Aksu'yu olayayabancılaştırmıştı.
Yabancı korkusunun zihinlerin bir köşesinde yer ettiği ülkede, medya da Aksu'ya soruyu aynı yabancılaşma ile sordu.
Olay sonrasında düzenlenen basın toplantısında Aksu, pencereden atlayarak polisten kaçmaya çalışırken ağır yaralanan Emre Günaydın'la ilgili, "Onun da kafasına bir şeyler olmuş" diyor.
Gazeteci ise, "Atlamadan öncesi mi, sonrasını mı kastediyorsunuz efendim"deyince, Bakan Aksu, otopsi raporu okunurken bile insanın kanını donduran olaya ilişkin bu soruya gevrek gevrek gülerek karşılık veriyor, gazetecinin yaptığı espriyi "anladım"demeye getiriyor.
Oysa, olay iki taraf için de tam bir medya kazası niteliğinde.
Ama ölenler "yabancı" olunca, duygular bir anda sağırlaşıyor, zenofobi ortaya çıkıyor.
SONUÇ: Medyanın son derece dehşet olaylar karşısında bile "barış" dili yerine "köşeli" bir üslup takınmasına en çarpıcı eleştirilerden birisi bu hafta Türkiye'de bulunan Washington State Üniversitesi öğretim üyelerinden Susan D. Ross'tan geldi.
Ross, bütün dünya medyasının, Türkiye'deki gibi ciddi insan kayıpları ve dramlarınınyaşandığı olayları veriş biçimini "sığ ve duygudan yoksun" buluyor. Ve, bunun bir yeni dönem medya hastalığı olduğunun altını kullandığı şu sözlerle çiziyor;
"Medya, genellikle çatışmanın taraflarını aşırı bir şekilde kutuplaştırma eğiliminde. Bir taraf kesinlikle haklı ve doğru, diğer taraf kesinlikle haksız ve yanlış gibi gösteriliyor.
Ve haksız olan taraf insansızlaştırılıyor, haberlerde oradan asla insan görüntülerine yer verilmiyor. Okuyucu ve izleyici de gerçeklik anlayışını medyanın kendine sunduğu bu görüntüler üzerine kuruyor."
Türkiye'deki yabancı korkusunun en ilginç örneklerinden birini Yıldız Kenter, Hürriyet Pazar ekinde Ayşe Arman'a anlatmış.
Annesi bir İngiliz olan Yıldız Kenter, annesinin Türkiye'ye geldiğinde Müslüman olup,Nadide ismini aldığını söylüyor;
"Londralı Olga Cynthia oluyor Bandırmalı Nadide. Nüfus idaresindekiler 'dini Müslüman, adı Nadide, bunun doğum yeri Londra olamaz, olsa olsa Bandırma'dır'diyorlar."
Ve, Olga'yı bir anda bize benzetiyorlar.
ÖZEL HAYAT GÜZEL HAYAT
OLAY YERİ: Berlusconi'nin Sardunya Adası'ndaki villası OLAY: İtalya eski Başbakanı Silvio Berlusconi'nin Sardunya Adası'ndaki villasının bahçesinde beş kadınla birlikte elele, kucak kucağa çekilen fotoğrafları medya-özel hayat tartışmasını tekrar alevlendirdi.
Haftalık kadın aktüalite dergisi olan OGGI'nin kapaktan verdiği bu sıra dışı fotoğraflar yüzünden Berlusconi, dergi hakkında "özel hayatıma tecavüz ettiler" gerekçesi ile dava açıyor.
Basın kuruluşları da dergiyi kınamaya hazırlanıyor.
OGGI yayın yönetmeni ise, "Bize gazetecilik öğretmeye kalkmayın. Hangi yayın yönetmeni olursa olsun, bu fotoğrafları satın alır ve yayınlardı" diyor.
Hürriyet Gazetesi'nden Cengiz Semercioğlu gazetedeki köşesinde ele aldığı bu olayı şöyle yorumluyor:
"Bu özel hayat tartışması ne bizde ne dünyada biter.
Berlusconi belki davayı bile kazanabilir. OGGI Dergisi, mesleki kuruluşlardan kınama, mahkemelerden ceza alabilir. Ama tüm bunlar bu tür fotoğrafların bir daha haber olmayacağı anlamına gelmez.
Bundan sonra da eski başbakanların ve ünlülerin benzer fotoğrafları çekilmeye devam edecek. Bunları da haber diye görüp yayınlayan genel yayın yönetmeleri mutlaka çıkacak."
SONUÇ: Medyanın en çok eleştirilen yanı özel hayata "saygısızlık yapması" yönünde ama evli bir eski başbakanın beş kadınla alem yapması, dahası kadınlardan birinin haberi medyaya verdiğinin ortaya çıkması bize Nasrettin Hoca'nın fıkrasındaki "Hırsızın hiç mi suçu yok?" sorusunu hatırlatıyor.