Depremin, Türkiye’deki birkaç klasik evresinden bahsederek başlayalım.
Ki, bu evreler neredeyse tüm felaketlerde benzer işler.
İlk evrede, depremin nerede, kaç büyüklüğünde olduğunun anlaşıldığı ilk dakikalarda uzmanlarla hızlıca telefon bağlantısı kurulur. Ardından, uzmanlar TV stüdyolarına konuk edilir.
İkinci evrede, “olay yerinde…” olup bitenler canlı yayınlarla aralıksız ekrana yansıtılır, günler boyu kurtarma görüntüleri reality-show tadında yayınlanır. “Olay yerinde…” görünen siyasilerin, üst düzey yöneticilerin yapıp ettiklerini, söyledikleri de ekranlara canlı yayınlarla taşınır.
Azime ACAR
Üçüncü evreyi, Afet Yönetimi konusunda yıllardır “Sesimi duyan var mı?” diye bağırmaktan hiç bıkmayan, sesini duyurabilmek için mizaha yüklenmekten çekinmeyen İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’ndan aktaralım:
“Yeni deprem olana kadar yan gel Osman, Cadde Bostan!”
30 Ekim Cuma günü, İzmir Seferihisar ile Samos Adası arasındaki denizde, 14.51’de meydana gelen Ege Depremi’nin ilk iki evresine birlikte bakalım. Zira, üçüncü evreye az biraz zaman var.
OLUR MU, OLMAZ MI?…OLDUĞUNDA…
Birinci evrede, depremin büyüklüğü konusunda ortak değere bir türlü ulaşamadık.
AFAD 6.6, Kandilli 6.9, dünya ise 7.0 olarak duyururken, jeologlar ekranlarda ezberlerini tekrarladılar.
"Üçün, beşin lafı olmaz" diyenlere Prof. Dr. Ahmet Ercan'ın açıklamasından aktaralım:
"6.6 büyüklüğündeki deprem iki atom bombası gücünde ise, 7.0'lık büyüklük 40 atom bombası demektir."
Daha sonra, onlarca yıldır olduğu gibi “Deprem olur mu?”, “Olursa nerede olur?”, “Büyüklüğü ne olur?” sorularının yanıtlarını uzmanlarından, fay haritaları eşliğinde dinledik.
Bir türlü “Olur…Olmaz…” tartışmalarından sıyrılıp, “Hazır mıyız?” sorusuna, hazır olmak için yapılması gerekenlere odaklanamadık.
Eh, hazır olmadığımız malum. Mikdat hocaya göre, daha ilk dakikalarda “Nerede bu devlet?” demek, hazır olmadığımızın en bariz göstergesi.
İşte bu nedenle, onun önerisi “Toplum tabanlı bir afet yönetimi” ile toplumun birey, ev, sokak ve mahalle ölçeğinde afetlere hazır olmasını sağlamak.
PATRON OLAY YERİNDE
Gelelim, ikinci evreye.
Ekranlarda, arama kurtarma faaliyetleri canlı yayınlarla aktarırken, uzmanlar faylar üzerine bildik vurguları yaparken, bakanların “Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla…” olay yerine gittiğini gördük.
Can kurtarmada altın değerindeki ilk 72 saatte canla başla çalışan uzmanlar… Yerle bir olmuş bina enkazının üstünde, kameralar karşısında Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli… Bir o yana bir bu yana koşuşturan onlarca kişi…
Aslında bilinen bir gerçektir, afet bölgelerine ilk saatlerde arama kurtarma, ilkyardım ekiplerinin dışındakilerin girmesi felaketin kendisi kadar tehlikelidir.
Üst düzey yetkililerin kriz takip ve koordinasyonunu “olay yeri”nden yapmaya, görünür olmaya çabalamaları çalışmaları ister istemez yavaşlatır. Çünkü, “Patron olay yerinde”dir.
O nedenle kriz yönetiminde üst düzey yetkililerin felaket bölgesine yığılmasına CHAOS (Chief Has Arrived on Scene!), yani “Patron olay yerinde” tanımı kullanılır.
Sol göğsünde Tarım Bakanlığı logosu, sağ göğsünde adı, soyadı ve ne bakanı olduğunu yazan çırtcırtlı haki yeleğiyle enkaz üzerindeki Bakan Pakdemirli’yle tam da bu tanımın bir örneğini yaşadık.
Bakanın, bir depremzedeyle telefonda konuşarak, yer saptamaya çalışan bir görevlinin elinden telefonu adeta kapmasından, takım elbiseli danışmanının bakanı görüntüleme gayretinden söz ediyoruz.
Sohbetin gereksizliği, işin uzmanı tarafından yürütülmesine izin verilmemesi, enkaz üzerine bakanla birlikte eklenen onlarca kişi, enkaz altındakilerin sesleri duyabilmek için en çok ihtiyaç olan sessizliğin sağlanamaması…Liste uzayıp gider, eğer patron olay yerindeyse.
Enkaz tepesine çıkmadan da olayın koordinasyonu, takip ve idaresi mümkün ama o zaman pek “görünür” olmuyor.
Olay yerindeki patronlardan birisi de kuşkusuz İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’di.
Gözler onun da üzerindeyken, depremin akşamında Kültürpark’ta eve girmeye korkan hemşehrilerine kendi eliyle çorba dağıttığını twitter’dan paylaştı. Sahi, bir belediye başkanının böyle bir afette daha hayati görevi yok mudur?
Olay yerine dönelim. Tarım Bakanı’yla birlikte başka bakanlar da İzmir’e gelmişti. Hatta depremin akşamı ve ertesi sabahı hepsi bir masanın kenarına dizdize, dip dibe dizilip medyaya her biri tek tek açıklamalar yaptı.
Tarım, Çevre, Adalet, Ulaştırma, Aile, Enerji bakanları ve İzmir milletvekili Binali Yıldırım. Sonrasında başka üst düzey yöneticiler de açıklama yapanlar kervanına katıldı. Sahi, bir krizde kaç sözcü olur?
Olay yerinde Somalı madenciler de vardı. Onlardan söz etmemek olmaz.
İki aydan fazladır haklarını alabilmek için mücadele veren ama yürüyüş yapmaları engellenen madencilerden söz ediyoruz. İşte o madenciler 10 kişilik bir ekiple arama kurtarma çalışmalarına koştular. Her felakette olduğu gibi.
"Öyle değil mi Alay Komutanı?.." Bu sesleniş, madencilerin yürüyüşünü engellemek isteyenlere karşı bir madencinin yaptığı seslenişti ve görünen o ki iletişimde de bir bir jargon oluşturdu, bu vesile ile onu da ekleyelim.
AFET YÖNETİMİ Mİ? ENKAZ YÖNETİMİ Mİ?
“Yan gel Osman” evresi için Mikdat hocanın anlatmaya çabaladıklarından bir özet yapalım, kimbilir belki de bir duyan olur.
Mikdat hoca, öncelikle afet yönetiminin, zannedildiği gibi “hasar” veya “enkaz” yönetimi olmadığını vurguluyor, meselenin riskleri yönetmek olduğuna dikkat çekiyor.
Yani, Afet Yönetimi demek;
- Devletin tüm imkanlarını çürük binaları ortadan kaldırmak için seferber etmesi demek. Rantsal değil, gerçek anlamda kentsel dönüşüm demek.
- Uzmanların daha fazla vaktimiz kalmadı diye uyardıkları, “yönetilemez” denilen Büyük İstanbul Kıyameti için tüm kurum ve paydaşlarla toplanıp, Deprem Seferberliği gerçekleştirmek demek.
- İzmir’de 17 binada iki gündür yaşanan kurtarma faaliyetlerini düşünüp, bir de İstanbul’da 50 bin binanın yassı kadayıf olacağı gerçeğinden hareketle plan yapmak demek.
- Yaşanan her felaketten sonra, meselenin iyi niyetli olsa da tek tek kurumlarla, tekil yaklaşımlarla çözülmediği görülmüşken, hala “sel yasası”, “heyelan yasası” falan çıkarmak değil, bütünleşik bir bakışla Afet Yasası çıkarmak demek.
- Misal, “Pandemi sırasında deprem olursa nasıl yönetilecek” sorusuna yanıt verebilmek demek. Sağlık Bakanlığı’nın, İzmir’de yeni COVID-19 vakaları ile ilgili nasıl bir eylem planı uygulayacağı demek.
Sonuçta, yapılacaklar ortada, yeni bir şeyler bulmaya, söylemeye, yapmaya ihtiyaç yok. Ama ilgililer ve yetkililer ezberlerini bozmadıkça yapacak bir şey de yok. Mikdat hocanın dediği gibi “Ne desek boş!”