Yine bir 29 Ekim ertesi ve yine kimsesizler… “Kimsesizlerin Kimsesi” Cumhuriyet’in yıldönümüne kızıl saçlı İngiliz düşes damgası..- İki bakanın “dediklerinin” iki köşe yazarı tarafından Türkçe meali...
- Kıssadan hissemiz ise Karakuş Kadı’dan...
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
“Ey kimsesiz avare çocuklar... Hele sizler, hele sizler...”
Kızıl saçlı İngiliz Düşes, bir zamanların ünlü İngiliz casusu Lawrensvari tebdil-i kıyafet eyleyip, Çocuk Esirgeme’nin kimsesiz çocuklarını gizli kamerayla görüntüleyince, Tevfik Fikret’in bu dizeleri hafta boyunca dilimize dolandı.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in ortanca oğlu Prens Andrew ile evlendikten sonra York Düşesi unvanını alan Sarah Ferguson, iki ay önce kızını da yanına alıp, İngiliz ITN televizyonu için Ankara ve İstanbul’daki bakımevlerie "baskın" yaptı.
Resmi yoldan istediği izni Türk yetkililerinden alamayınca, kıyafetini tebdil edip, başına başörtüsünü takan Düşes, bir hayırsever gibi engelli çocuklara yapılan kötü muameleyi “gizlice” görüntüledi.
Terk edilmiş çocuklar deposundaki görüntüler ekranlara yansıdı.
Ellerinden ve dizlerinden yataklarının metal çubuklarına bağlananlar, ellerine pet şişe geçirilenler, yerde yatar halde yemek yiyenler, parasızlık yüzünden çiş bezleri değiştirilmeyenler ve dışkı pislikleriyle yatanlar...
“İngiltere bize tuzak kurdu” diyerek, vaziyet kurtarılmaya çalışılırken, diplomatik çıkışlar da yapıldı. Ama, görüntülerden yükselen idrar kokusu izleyicilerin burnuna kadar gelmişti bir kere.
Düşes, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan başta olmak üzere kimsesizlerden sorumlu etkililer ve yetkililer tarafından şiddetle kınandı ve “yönteminin etik olmaması”, “saygısızlığı” ve “Türkiye’ye karşı art niyetli olmakla” suçlandı.
16 yıl önce, sevgilisi ayağını öperken görüntülenen ve bu nedenle Kraliçe Elizabeth’ten veto yiyen Düşes’in eski, kirli çamaşırları -pardon ayak parmakları- da bu vesile ile bir kez daha ortaya serildi.
Dışişleri Bakanı, İngiltere’de meslektaşıyla görüşürken, gazeteciler tarafından soru yağmuruna tutulunca, “hükümetin konunun üstüne hemen gittiğini” söyledi ve “Görüntüler sanıldığı gibi kimsesizler yurdunda değil, zihinsel özürlüler merkezinde çekilmiştir. Görüntülerin insanlık dışı görüntüler değil, akli dengesi bozuk çocuklara ait olduğunu unutmamak lazım” dedi.
Yorumu, Işıl Özgentürk’e bırakalım.
Bakan Babacan’ın sözlerini Pazar günü Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde Özgentürk, şöyle Türkçeleştirdi:
“Bu lafın Türkçesi şu. Bunlar zaten zihinsel özürlü, ellerine pet şişesi geçirebiliriz, yataklarına bağlayabiliriz, altlarına edebilirler, pislikleri içinde yaşayabilirler.”
Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ise hem hemcinsi İngiliz düşese, hem de tabi ki Türk medyasına kızgındı.
Tam da Türkiye-AB İlerleme Raporu’nun açıklanacağı günlerde bunu yapan Ferguson’un, “art niyetli olduğunun aşikar”lığına dikkat çekti:
“Kendi ülkesinde yasak olduğu için yapamadığı gizli kamera çekimlerini oryantalist bir bakış açısıyla Türkiye’de yapan Sayın Sarah Ferguson’un Türkiye’de bir infial yaratmaya çalışması, Türk basınının da buna fırsat vermesi üzüntü vericidir...”
Bakan Çubukçu’nun bu sözlerinin yorumunu ise bir başka köşe yazarına, Reha Muhtar’a bırakalım.
Reha Muhtar, 3 Kasım tarihli yazısında Aileden Sorumlu Bakan’a şu soruları yöneltti:
“Neden, 'Hemen önlemleri alıyoruz... Yapılacakları yapıyoruz...' deyip, '15 gün sonra gelin istediğiniz yeri, istediğiniz kamerayla çekin' demezsiniz...
Neden çağdaşlık 'Eksik olmamak değil, önlem almamaktır... Hata yapmamak değil, hata yapandan hesap sormamaktır' demezsiniz de, bir sürü 'düşmanlık, yasakçılık, fırsatçılık suçlamaları' yaparsınız muhatabınıza...”
Gelelim, ateş hattındaki SHÇEK’in açıklamasına...
Hukuk Müşaviri Recep Doğan, belli ki bakanlarından aldığı cesaretle, davetsiz ve gizlice yetimhaneye girilmesinin etik ve yasal olmadığını söylerken, “Bu şekilde yaptıklarınız, çocuklara da zarar verdi” dedi.
Bizim aklımıza takılı kaldı. Acaba bu görüntüler o çocuklara nasıl bir zarar verdi diye.
SONUÇ
Mustafa Kemal’in “Kimsesizlerin Kimsesi” olarak tanımladığı Cumhuriyet’in bir yıldönümü daha kimsesizlerin dramı ile geçti.
Çok değil, üç yıl önce, yine bu zamanlarda, Malatya Çocuk Esirgeme’deki dehşet görüntülerini tartışıyordu Türkiye.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kurtuluş Savaşı’nda hayatını kaybedenlerin çocukları için kurduğu Himaye-i Etfal’in ve o günlerde yetkililerin açıklamalarını hatırlamak isterseniz o zamanki yazıya göz atabilirsiniz.
Son sözü, “Karakuşi Hükümleri” ile hikaye edilen Karakuş Kadısı’na bırakalım...
Bir gece bir hırsız, soymak istediği bir evin balkonuna tırmanmak istediği sırada; balkon korkuluğu çökmüş ve hırsızın ayağı kırılmış.
Hırsız, ertesi gün kırık ayağıyla topallaya topallaya, doğruca Karakuş Kadı'ya gitmiş:
- Efendim, evini soymak istediğim kişiden, balkonunu çürük yaptığı için davacıyım. Evi soyup da yakalansaydım, cezamı çekmeye razıydım. Ama balkonunu çürük yapıp, ayağımın kırılmasına neden olduğu için, davacıyım ev sahibinden.
Karakuş Kadı, ev sahibini getirtmiş karşısına:
- Neden balkonunu çürük yaptırdın da, oraya tırmanan hırsızın yere düşüp ayağını kırmasına neden oldun, demiş.
Ev sahibi:
- Balkonu ben kendim yapmadım ki, marangoz yaptı. Şayet çürük yapmışsa, suç onundur, demiş.
Karakuş Kadı, balkonu yapan marangozu getirtmiş mahkemeye. Marangoz:
- Vallahi Kadı Efendi, demiş; ben o balkonun tam yan korkuluğunu çakarken, yoldan yeşil feraceli bir kadın geçiyordu. Feracesi öylesine göz alıcıydı ki, gözlerim ona takıldı. Herhalde o sırada çivilerden birkaçını boşa çaktım. Şayet balkon çürük olmuşsa, suç benim değil, yeşil feraceli kadınındır.
Feraceli kadın da getirilmiş Kadı’nın karşısına;
- Bre akılsız hatun, demiş; neden öylesine göz alıcı bir yeşil ferace giyerek geçersin yoldan da; balkonun korkuluğunu yaparken gözü sana takılan marangozun çivileri boşa çakmasına ve sonra da o balkona tırmanmaya kalkan hırsızın, çöken balkonla yere yuvarlanarak bacağını kırmasına neden olursun ha?
Kadın:
- O feracenin rengi atmıştı, boyaması için boyacıya gönderdim. Yeşili fazla çalmışsa, suç onun, demiş.
Karakuş Kadı, feraceyi boyayan boyacıyı getirtmiş karşısına bu kez. Boyacı verecek cevap bulamayınca, Kadı hükmünü vermiş:
- Tamam, demiş; suçluyu bulduk. Cezan da idam. Götürün asın şunu...
Bir süre sonra cellat başı gelmiş:
- Kadı efendi, demiş; o boyacının boyu uzun. Sehpaya denk gelmediği için asamıyoruz.
Karakuş Kadı:
- Öyleyse onu bırakın. Kısa boylu bir boyacı bulup onu asın..