Sitemizde Ara

  • Gazetecinin ağzından çıkmaması gereken parlak (!) fikirler
  • Hep hatırlanacak bir “gazatacı” incisi
  • Kurşun ayağa nasıl sıkılır?



RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



Gazetecinin gaza gelmişine “gazatacı” denir.

Geçtiğimiz günlerde Kanat Atkaya, bir başka vesile ile ünlü gazeteci Süleyman Nazif’in bir sözünü bizlere hatırlattı. Biz de yeri gelmişken hemen kullanalım:

“Şu bizim gazetecilik mesleği ömürsüz bir meslektir. Bir şair bir mısra yazar, asırlarca söylenir. Biz sütunlarca makale yazarız, ancak 24 saat yaşarız.”

Gazetecinin yazdığı 24 saat yaşar ama gazetecinin yaptığı medya kazası sonsuza kadar hatırlanır.

Hele gaza gelip yaptıysa, ömrü billah ti’ye alınır.

Habertürk Televizyonu’nun Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un başına gelenler de tam bir “gaza’tacılık” örneği.


Başbakan’ın medyanın “seçkin üyeleri” ile yaptığı yarı balans ayarlı, yarı fırçalı, biraz övgü düzmeli, biraz sırt okşamalı ama çokça kulak çekmeli ve “ha” diye parmak sallamalı medya buluşmasında, Yiğit Bulut’un bir önerisi bir çok meslektaşına “Yok daha neler” dedirtti.

“Yok daha neler” diyenlerin ileri gelenlerinden birisi Habertürk Gazetesi’nin, yani kardeş kuruluşun Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı oldu.

Altaylı, biraz da Yiğit Bulut’u “patronaja şikayet etmek” için Pazar günkü köşesinde Bulut’un göz kamaştırıcı şekildeki parlak (!) önerisini kaleme aldı:

“Başbakan’la gazetecilerin yaptığı sohbette benim kanımı donduran öneri ve soru Yiğit Bulut'tan geldi.

Bulut soru sormak için mikrofonu eline aldı ve
‘RTÜK benzeri bir üst kurulun’ tüm medya için kurulmasını önerdi. Gazete ve internet sitelerini denetleyecek bir üst kurul talep etti.

Yiğit Bulut bunu daha önce de önermişti. Ben de
‘Sansürsüz diye program yapan biri böyle bir şey istememeli’ diye kendisine söylemiştim.

Yiğit, Başbakan'ın karşısında bu önerisini tekrarlayınca gayri ihtiyari
‘Yok daha neler’ dedim.

Demokrasilerde, hele hele
‘ileri demokrasilerde’ böyle bir kurulun veya kurumun varlığı akla bile getirilemez. Demokrasiler ve ileri demokrasiler ‘söz söyleme özgürlüğü’ ve ‘fikir hürriyeti’ üzerine otururlar. Bunun temelinde de basının söz söyleme ve fikir beyan etme hürriyeti gelir.

Eğer siz bir üst kurul benzeri yapıyla gazetelerin, giderek gelişen ve güçlenen internet medyasının önünü kesmeye, onları denetim altına almaya kalkışırsanız o zaman ‘
ileri’yi bırakın, demokrasiden bile söz edemezsiniz.

Böyle bir kurul olsa olsa darbe dönemlerinde, cunta ile yönetilen ülkelerde ya da İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya'sında, İtalya'sında, İspanya'sında olabilir.”


SONUÇ

Fatih Altaylı yazısını “Allah'tan Başbakan, Yiğit Bulut'un bu önerisine gülüp geçti ve böyle bir şeyin olamayacağını söyledi de içimiz rahatladı” diye bitirdi.

Yiğit Bulut’un gaza gelip, “medyayı kontrol edecek bir nevi sansür kurulu oluşturma” önerisi, “Sansürsüz” diye program yapan bir gazeteci için çok acı.

Bu garabet durumda Yiğit Bulut gibi “gazatacılar”ın yanısıra politikacıların da parmağı var.

Bu durum bize 11 Eylül ile ilgili yapılmış “Paralel Öyküler/Strip Search” adlı filmi hatırlattı.

2004 yapımı filmde, dünyanın çeşitli ülkelerinde gözaltına alınan farklı insanlarla, aynı senaryo tekrar tekrar oynanıyor.

Çin’de gözaltına alınan bir Amerikalı genç kadının yaşadıkları ile Amerika’da federal ajanlar tarafından gözaltına alınan Arap gencin yaşadıkları paralel kurgu halinde işleniyor.

Her iki kişinin ruh hali değişmiyor, sorgucuların tavırları da hiç değişmiyor.

Aradıkları şey aslında “yönetimdeki kişilere yönelik vatan hainliği” duygusu. Sorgucular bu vatan hainliğini tarif ederken, şöyle bir ifade kullanıyorlar:

“Siz görüşlerinizle ve konuşmalarınızla siyasi liderlerimizi eleştirdiniz, bu vatan hainliğidir.”

Sorgudaki kişiler ise “Bu görüş ayrılığıdır. Vatan hainliği ile görüş ayrılığı farklı şeylerdir” sözleriyle sorgucuları ikna etmeye çalışıyorlar.

Sonuçta, sorgulama öyle bir noktaya geliyor ki sorgulananlar o psikolojik baskı altında görüş ayrılığının vatan hainliği olduğu fikrine kapılmaya başlıyor ve suç işledikleri duygusuyla hareket ediyorlar.

Suç işlediklerini kabul ediyorlar. Bizdeki durum da aslında budur.