- “Irkçıyım, ırkçısın, ırkçılar” fiil çekiminin dayanılmaz gücü
- “Özür dileme”nin gücü nereden geliyor? Özrün bileşenleri
- Sırrı Sakık, özür diledi mi, dileyemedi mi?
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
“Eğer bir gün fark etmeden, istemeden, seni kırdıysam
Özrün efendisi en yakınım olur
Diler yoluma devam ederim”
Deniz Seki’nin “Sahici” adlı parçasının içinde geçiyor bu sözler.
Özellikle Doğu toplumları çoğu zaman “özür” dilemeyi kendini aşağılama, kabahatin altında kalma ve biraz da karizmayı çizdirme olarak görüyor.
Bu yüzden de bir türlü özür dileyemiyor, lafı döndürüp dolaştırıyor, dağa bayıra çıkarıyoruz.
“Özür” lafı ağzımızdan çıksa bile sonunda anlamını ve özünü öylesine kaybediyor ki ne söyleyen özür dilemiş oluyor, ne de özrün muhatabı olan bu işten tatmin oluyor.
Bu haftaki üç örneğimiz de işte bu “özür” dileme, dileyememe üzerine.
CHP’li Birgül Ayman Güler’le başlayan “Irkçıyım, ırkçısın, ırkçılar” fiil çekiminin çekim kuvvetine BDP’li Sırrı Sakık da kendini kaptırıverdi.
Önce, Birgül Ayman Güler’in Meclis’te yaptığı talihsiz konuşmadaki o cümleyi hatırlatalım; “Türk ulusuyla Kürt milliyeti bir değildir.”
Bu cümlenin CHP içinde ve siyasette yarattığı tartışma sırasında herkes CHP’nin öğretim üyesi milletvekili Güler’den bir “özür” bekledi.
Ancak, özür dilemek bir yana, düzenlediği basın toplantısında “kendisinden özür dilenmesini” talep etti. Çünkü, yapılan yorumlar “nedense” kalbini fena halde kırmıştı.
Birgül Ayman Güler, partisine verdiği zararın pek de ayırdına varmazken, Meclis kürsüsünden bu kez BDP’li Sırrı Sakık ikinci talihsiz konuşmayı yaparak, “ne oluyoruz” dedirtti. Sakık’ın sözleri tamı tamına şöyleydi;
“...Ama kaş yaparken göz çıkarıyorsunuz. Sizde de bu diğer halklara karşı düşmanlık nedir Allah aşkına?
Bu ülke sadece siz Sünnilerin, Türklerin, bilmem kimlerin babasının çiftliği midir? Burada Ermeniler de yaşıyor, Yahudiler de yaşıyor, Rumlar da yaşıyor ve diğer halkalara da saygılı olun.
Yani, onların söylemleri ne kadar ırkçıysa sizin bu davranışınız da bir o kadar ırkçıdır ve size açıkça söylüyorum: Gidin, Çanakkale’ye bakın, Çanakkale’de sadece sizin atalarınız gidip orada savaşmadı.
Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklar’dan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bileceksiniz.”
Sırrı Sakık’ın bu acaip sözlerine, CHP’li Güler’e de atıf yaparak en çarpıcı tepkiyi Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinden gösterdi;
“Birgül Ayman Güler tipi faşistliğin bittiği yerde Sırrı Sakık tipi faşistlik başlamış oluyor.
Fark var mı aralarında?
Bence yok.
- İkisi de ırkıyla övünüyor.
- İkisi de kendi atasının başkalarının atasından üstün olduğunu savunuyor.
- İkisi de ‘Vatanın asıl sahibi benim’ demeye getiriyor.
- İkisi de kendi tarihini en kutsal, en pak, en temiz tarih olarak görüyor.
Aralarındaki tek fark şurada:
- Biri fikirlerini ve yaklaşımlarını uygulama imkânı bulabilmiş, bu uygulama biçiminin hiçbir biçimde değişmeden ilelebet sürmesini istiyor.
- Öbürü ise hep ezilmiş, hiç ezme fırsatı bulamamış ama ezme fırsatı ve imkânını eline geçirdiğinde nasıl bir yaklaşım içinde olacağının ipuçlarını veriyor.
Bu durumda bize de... ‘Ne biçim memleket burası, ezeni de ırkçı, ezileni de ırkçı...’ diye hayıflanmaktan başka bir şey düşmüyor.”
Ahmet Hakan yazısının özünde “Mazlum zamanı gelince zalim de olur” özdeyişine gönderme yapıyor.
SONUÇ
Sırrı Sakık, yarattığı rahatsızlığın farkına Birgül Ayman Güler’den daha hızlı vardı ki hemen twitter üzerinden bir “özür” mesajı yayınladı;
“Dün genel kurulda yapmış olduğum konuşma ne yazık ki farklı yansıtıldı ve farklı noktalara çekildi.
Biz her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa, asimilasyona, baskıya ve zulme maruz kalmış bir halkın temsilcileri olarak asla ırkçı-milliyetçi bir tutum içerisinde olmadık, olmayız. Türkiye’deki bütün farklı etnik kimlikler başımız gözümüz üzerinedir.
Bizim sorunumuz halklarla değil, tekçiliği dayatan, farklılıkları yok sayan sistemledir. Kesinlikle söylediklerimde her hangi bir kasıt yoktur. Benim vicdanım bütün kimliklere notrdur. Bu topraklarda yaşayan 75 milyon, en az benim kadar bu toprakların sahibidir. Sözlerimin maksadını aştığını düşünerek incinen her kim var ise özür dilerim.”
Ancak, Sakık özür dilerken satır aralarında kabahati sözü aktaranlara yani medyaya atıverdi.
Oysa, unuttuğu bir şey vardı, sözleri Meclis tutanaklarına geçmişti ve yüzyıllarca da bu tutanaklarda yer alacaktı. Dahası medyanın yazdıkları ile kaynak olarak aldığı tutanaklar arasında bir fark yoktu, aynısıydı.
Sakık’ın bu davranışının benzerini Birgül Ayman Güler’in Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da gösterdi. Kılıçdaroğlu, sözlerin cımbızlanıp haber yapılmasını neredeyse bir komploya çevirecekti;
"Medyaya verilen talimatı biliyoruz. 'CHP'nin iç işini karıştırın' diyenleri, bunu görev addedenleri de biliyoruz. O nedenle sorumluluğumuz çok daha ağır.
Her arkadaşım konuşurken laflarının nereye çekilebileceğini iyi bilmeli. Konuşmalarımıza dikkat edeceğiz. Önümüzde sağlıklı çalışan, kafa yoran medya yok."
Aynı CHP’nin Başkan Yardımcısı Adnan Keskin’in, Sırrı Sakık’ın özür dilemesini ‘erdemli’ bir davranış olarak görmesine ne demeli?
Keskin, Sakık’ın özür dilemesini “erdemli” buluyor ama aynı tavsiyeyi kendi partisinin milletvekiline neden yapmadığı merak uyandırıyor.
New York Üniversitesi Siyaset Bölümü’nden Ayda Erbal’ın paylaştığı ve siyasi özürlerin neleri içermesi gerektiğine ilişkin dört bileşene bir göz atmakta yarar var.
- Özür dilenecek kabahatin ne olduğunun açıkça ifadesi
- Utanma, tevazu ve içtenlik ifadesi
- Kabahati tekrarlamamaya ilişkin niyet ifadesi
- Kabahattan dolayı oluşmuş maddi manevi zararı tamir /onarma
Sizce, yukardaki iki “özür” örneği bu dört bileşenden hangisine uyuyor? Hiçbirine.
Oysa, özür dilemenin gücünü anlatan çok çarpıcı bir örneği de yaşadık çok yakın zamanda.
Hatırlarsınız, Levent Kırca, Sanatçılar Girişimi’nin düzenlediği bir gecede konuşma sırası kendisindeyken, CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun sahneye davet edilmesini sert bir dille eleştirmiş, ağzına geleni söylemişti.
"Benim de işim var, belki bir karı buldum gidip onu düzeceğim."
Ancak Kırca, bu kabahatin üzerine çok önemli bir özür manevrası yaptı.
Belki gözünüzden kaçmıştır, Fatih Altaylı’nın TekeTek programına çıkan Kırca, Altaylı’nın kendisini bu konuda sıkıştıracağını anlayınca, “Çok büyük hata yaptım, özür diliyorum” diyerek, samimiyetle özür dilediğini söyledi.
Hem Kılıçdaroğlu’ndan hem de konuşmaya muhatap olanlardan özür diledi. Ve, özrün ne kadar güçlü bir araç olduğu da anlaşıldı. Zira, Fatih Altaylı bu aşamadan sonra sanatçıyı sıkıştırabileceği hiçbir soru yöneltemedi.
Ve meydan “kabahatini olduğu biçimiyle sahiplenip” özrün bileşenlere uyan Levent Kırca’ya kaldı.