Sitemizde Ara

  • Azime ACAR


Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı'nda hayatını kaybedenlerin çocukları için kurduğu Himaye-i Etfâl'de yaşanan dehşet görüntülerinin tartışmalarıyla geçiyordu 29 Ekim...

Mustafa Kemal'in "kimsesizlerin kimsesi" diye tanımladığı Cumhuriyet'in kimsesiz çocuklarının dramı ile...

Tevfik Fikret'in ünlü Sis şiirindeki "Ey Kimsesiz Avare çocuklar.. Hele sizler, Hele sizler..." seslenişini hatırlatan Himaye-i Etfâl yani Çocuk Esirgeme Kurumu'ndaki çocukların sahipsizliği ile...

"Birisi çıksın da şu işi bir ucundan düzeltsin" der gibi yalvaran sorumlu ve yetkililerin mesajlarıyla...
 Ya da "birkaç çürük elma" edebiyatının arkasına saklanmalarıyla... 
Ve, her zamanki gibi medyayı suçlamaları ile geçiyordu 29 Ekim...

Sonunda Başbakan Tayip Erdoğan da kendi çözümünü (!) ilan ediyordu; "Kız, erkek birlikte olmaz."

İlan edildiği 1923 yılında ise İstanbul basınında, hilafetin elden gideceği korkusuyla, Ankara�ya karşı yükselen sesler ayyuka çıkıyordu.

İstanbul basınıyla arası iyice soğuyan Mustafa Kemal ise, 'Cumhuriyet' adlı bir İstanbul gazetesi çıkarma çözümünü buluyordu.

Başbakan, bakanlar, bürokratlar ve diğerleri...
Bakalım, neler dediler? Ne demeleri gerekirdi? Yanıtı yine köşe yazarlarından geliyordu;

* * *

Önce, Cumhuriyet'in ilan edildiği o günlere...  Sonra bugünlere dönelim mi?

1923 yılı yazın sonlarında, İstanbul gazeteleri Ankara'daki yönetime, özellikle Cumhuriyet'in ilanına karşı şiddetli bir tutum içindeydi...

Ve, 29 Ekim 1923 sabahı Cumhuriyetin ilanı ile İstanbul basını sesini daha da yükseltiyordu. Hilafetin kaldırılacağı anlaşılmıştı

Bunun üzerine Mustafa Kemal, Yunus Nadi'ye, "Benim Hakimiyet'i Milliye (Mustafa Kemal'in Ankara'da yayımladığı gazete) ve senin Yeni Gün görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Şimdi, İstanbul'da Bab-ı âli'nde Cumhuriyet düşmanlarına ve hilafet yanlılarına karşı mücadele verecek bir gazete çıkaralım, adını da Cumhuriyet koyalım" diyordu.

Yunus Nadi, Basın Yayın Genel Müdürü olarak çalışan Zekeriya Sertel'i de yanına alarak İstanbul'a Cumhuriyet'i çıkarmak için dönüyordu... İstanbul basını şaşkındı.

Ve, Yunus Nadi, 7 Mayıs 1924 günkü Cumhuriyet'in ilk sayısında, şöyle diyordu; "Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz. Bu temel düşünce göz önünde tutulduktan sonra kesin olarak söyleriz ki gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur."

Gene Ankara'ya dönelim.

"Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir" diyen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kurtuluş Savaşı'na katılanların çocuklarını esirgeme ve eğitme amacıyla kurduğu Himaye-i Etfâl, yani Çocuk Esirgeme Kurumu'na...

İşte o günlerde, (1921) Bolu'daki Çocuk Esirgeme'nin sünnet törenine Mustafa Kemal telgrafla davet edilmişti;

"Vatan ve memleket yolunda hayatlarını fedâ eden şehitlerin bıraktıkları evlatlarımızla cephede bulunan sevgili askerlerimizin yavrularından 186 çocuğun Memleket Hastahanesi'nde sünnetleri yapılmıştır. Bu münâsebetle memleket donatılmış, mızıka ve davullarla, çocuklar arabalarla gezdirilmiş ve hepsine de bir kat elbise ve ayakkabıları ve muhtelif hediyeler verilerek, gerekli bakımları ve dinlenmeleri sağlanmıştır. Arzederim. Bolu Mutasarrıfı Fahri (Fahreddin)"

Mustafa Kemal, bu telgrafa verdiği yanıtta şöyle diyordu; "Bolu Himâye-i Etfâl Cemiyeti tarafından şehitler ve mücahitler çocuklarından 186 kişinin sünnetlerinin yapılması ve kendilerine elbise ve hediyeler verilmesi, övünülecek şeylerdir. Teşekkür ederim. Bu gibi şeylerin devamı gereklidir. İlgililere bildirilmesini rica ederim."

Boyunlarında Çocuk Esirgeme Kurumu kumbaralarıyla biri kız, biri erkek ikişerli yollara çıkıldığı, ellerindeki rozetleri yakalarına takmak için yaklaştıkları yetişkinlerin umut ve iftihar dolu bakışları... Çoktan geride kalmıştı.

Artık, Çocuk Esirgeme Kurumu, her yıl birkaç skandalla kamuoyunun gündemindeydi.  Ve, sorumlular, yetkililer her seferinde "gereken yapılacaktır" deyip soruşturma açıyor, sonra her şey eski haline dönüyordu.

* * *

1965 doğumlu, yetiştirme yurtlarından yetişen Türk Halk Müziği'nin ünlü isimlerinden Şükriye Tutkun, "orası kurtlar sofrasıydı" diye tanımlıyordu, atv haberde.

"- Yatılı okulda bitleniyorduk, kaynar sularla haşlanarak yıkanıyorduk.
8 yaşlarındaydık. Bitlerin böyle ölmediğini sonra öğrendik.
Hortumlarla dövülüyorduk.
Altına kaçıran çocuk, kızdırılmış maşalarla, ölü farelerle korkutuluyordu.
Ahıra kapatıp orada yatırıyorlardı.
Yemek saatimiz akşam 18.00'de bitiyordu. Sonra yemek yasaktı. Acıkıyorduk. Bazen ablalarımızın ellerinde ekmek oluyordu. Bize ekmeklerin içlerini veriyorlardı. Daha sonra öğrendik ki, onlara ekmek karşılığında başka şeyler teklif ediliyormuş."

Dram hiç bitmiyordu... Bu kez sıra Malatya'daydı. 
Yetkililer bir yandan "gereken yapılacak, suçlular cezalandırılacak" derken, diğer yandan sanki bu sistemi değiştirecek kendileri değilmiş gibi ağlaşıyorlardı. Başbakan'dan Vali'ye, SHÇEK Genel Müdürü'ne kadar.

Oysa, çok değil 28 Kasım 2003 günkü Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun SHÇEK'lerle ilgili raporunda hem çocukların hem kurumun sorunlarına işaret edilmişti. Ne mi yapılmıştı?... Yapılmayanların sonucu Malatya'da gözler önüne seriliyordu.

Bugüne kadar yapılan sivil toplum örgütü ihbarlarına neredeyse "şov yapıyorlar" diyerek kulaklarını tıkayanlar, işin içine MEDYA karışınca, önce suçlu arama avına çıkıyorlar. Sonra..  Sonra, sanki çocuklara işkence yapan medyaymış gibi yine medyayı suçluyorlardı.

GERÇEKLER ORTAYA ÇIKTIKÇA...  TATATAA, PATATAA...

Hatta, daha ilk gün SHÇEK'lerden sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, "AB yolundaki Türkiye'de aileyle ilgili olarak pek çok reform gerçekleştirdik. Bu reformlarımızı basınla paylaşmamıza rağmen maalesef bu haberler basında yer almıyor." diye yakınıyordu.
Tıpkı bakanı gibi Başbakan Tayyip Erdoğan da medyayı suçluyor ve "Yapılan hiçbir güzellik, hayırlı iş yer almaz" diyordu.

Çetin Altan, ustalığını konuşturuyor ve tüm bunların olacağını önceden görüyordu (28 Ekim tarihli köşesinden);

"Yine politikacılar, soğukkanlı bir sesle şöyle diyebilirler; Bunlar münferit hadiseler; birkaç çürük elma için Çocuk Esirgeme Kurumu'nu yıpratmayalım. Ah bu 20. yüzyılı da ıskalamaya neden olan 'birkaç çürük elma için kurumları yıpratmama' önerileri....

Yıpratmayalım arkadaşlar, yıpratmayalım. İmajların arkasındaki gerçekler ve bu arada Türkiye'de de işkence gören kimsesiz küçük çocuklar... Görünen o ki, yazı adamlarını çürütüp, yok etmeye kalkanlar, gerçeklerin ortaya çıkmasından kaygılananlar oluyor genellikle... Ve gerçekler ortaya çıktıkça da, tatataa, patataa."


NELER DEDİLER... NELER...

Evet, medya görevini yapıyordu...
Hem de hakkıyla...
Sistemi sorguluyordu...
Ama sorumlular, yetkililer...
Yazılıp çizilenlere "gözlerini sımsıkı" kapayarak, bildikleri sözlerle bir kez daha geçiştirmeye çalışıyorlardı;

Sosyal Hizmetler İl Müdürü Yakup Güler;
"Olay hafta sonuna denk gelen bir zaman sürecinde olmuş. Yuva Müdürü de her zaman geliyor, ben de sürekli geliyorum. Bu olay bizim yada kuruluş müdürü veya idarecilerin burada olmadığı daha hafif saatlere denk gelen bir uygulama."

Sosyal Hizmetler İl Müdür Yardımcısı Ahmet Turan Avcı;
"Başka personelimiz yok. Bu nedenle temizlikçi, çocuklarla da ilgileniyor."

SHÇEK Genel Müdürü İsmail Barış;
"Kötü muamele yapan personeli gerekirse memuriyetten çıkaracağız. Naciye Tutal 19 yıldır kurumda çalışıyor, muhtemelen 19 yıldır bu çocukları dövüyor."

Malatya Valisi Osman Derya Kadıoğlu;
"Çocukların dövülmesi utanç verici, sorumlu kişiler hesap verecek."

Londra gezisini kesmeden sürdüren
SHÇEK'ten sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu;

"Ben bir anne olarak üzüldüm ağladım. "Sadece olayı gerçekleştirenler değil, olaya göz yuman ve seyirci kalan diğer personel hakkında da gerekli tüm işlemlerin yapıldığından kimsenin kuşkusu olmasın� Asla bu işi yapmamaları gereken insanlar bunlar. Ama ne çare ki biz görevlerinden alıyoruz, mahkeme kararı ile tekrar geri geliyorlar!"

Adalet Bakanı Cemil Çiçek;
"Sorumsuz ve insan olmanın gereklerini yerine getirmeyenlerin bu tür davranışları kabul edilemez."

AKP Malatya il Başkanı İhsan Koca;
"Zaman zaman yurtlara geliyoruz. Gelirken telefon açıyoruz, buyurun gelin denilince geliyoruz. O zamanlar bir şey görmedik tabii ki."

...Ve Başbakan Tayyip Erdoğan;
"Bunlarla bu işi götürme noktasında kalıyoruz. Halbuki buralarda bizim daimi kadrolu elemanlar alma imkanına sahip olmamız lazım."

* * *

NE DİYEBİLİRLER...  NE YAPABİLİRLERDİ?...
Bunun yanıtını köşe yazarlarına bırakmak istiyorum. Medyayı suçlamak yerine medyanın aracılık görevini kabullenebilselerdi ?!!!

Haşmet Babaoğlu:
GERÇEKTEN KİMSESİZLER

"Bakan bunu söyleyen! Neredeyse "birisi çıksın da şu işi bir ucundan düzeltsin" der gibi yalvaran kişi Bakan! Olacak şey mi!... Belli ki herkes terk etmiş bu çocukları...Devlet de... Hepimiz zihnimizden kovmuşuz onları ve ne yazık ki, kalbimize de sokmuyoruz. Besbelli!.,Düşünün, kuşlara bile ev yapan ataların çocuklarıyız ama sıradan bir tabela olup çıkmış "çocuk esirgeme" denen o güzel haslet...Yine de kalkarız bu işin altından! Yeter ki bu sefer de iki üç günah keçisi bulup kovarak, küçük bürokratik düzenlemeler yaparak Malatya'da olup bitenin üstünü kapatmayalım! Yeter ki, sistemin tümünü yeni bastan kurmak için kolları sıvayalım."

Mustafa Mutlu:
MASAL OKUMAYIN BİZE

"- Bu çocukların bakımını partizan amaçlarla taşeron şirketlere kaydıran makamda suçun büyüğü! Bürokrat kafayla çözüm olmaz! Siz neden söz ediyorsunuz Nimet Hanım? Ne görevden alması? Bu kadınlar temizlikçi kadrosuyla çalışan taşeron şirket görevlisi... Nasıl görevden alacaksınız? Sizin kontrolünüzde bile değiller ki! Masal okumayın bize; olayın üzerini örtmeye çalışmayın ne olur! Üstelik hangi mahkeme, böyle canavarları tekrar göreve iade eder? Eğer ediyorsa, sen derdini yeterince anlatamıyorsun, ortaya doğru dürüst kanıt koyamıyorsun demektir..."

Necati Doğru:
TÜCCAR DEVLET, YETİM ÇOCUK DÖVDÜRÜR...

"- Tüccar devlet Malatya'da 3 yaşında, 4 yaşında, 5 yaşında "anasız - babasız - sevgisiz kalmış çocukları" leğenlerde yıkanırken başlarına alüminyum maşrapa vurdurarak dövdürür.
7 yaşında..
8 yaşında..
9 yaşında...
Devletin yuvasına terk edilmiş kız çocuklarına cinsel taciz yaptırır. Ve bu tabloyu Cumhuriyet'in 82. kuruluş yıldönümüne yetiştirir. Tüccar devlet adamları 3 yıldır iktidardadırlar, devlet yuvalarının yönetimini, kadrolarını, taşeron şirketlerini kendi partidaşlarından; hısım, akraba, kirvelerinden seçerler fakat "yetim çocuk dövdüren, 9 yaşındaki öksüz çocuğa cinsel taciz yaptıran devletin kendilerinden önce de varolageldiğini" söyleyip rahatlarlar. İstanbul şehrine 'Arap çöl ikiz kulesi' dikmeye hız verirler."

* * *

Sonunda Başbakan Tayip Erdoğan da kendi çözümünü(!) ilan ediyordu... 29 Ekim 2005 tarihli Hürriyet Gazetesi'nin manşeti; "Kız - erkek birlikte olmaz. Kızlara erkek öğretmen olmayacak"

29 Ekim...
Bayramımız kutlu olsun...