Sitemizde Ara

  • Azime ACAR

    "…. Siyah takım elbiseleriyle, arkalarında Bozkurt desenli halılar, şöminelerinin önünde, ellerinde altın tespihler, plazma ekranlarından bizleri dinlerken yağlı yağlı gülüyorlardır. 

    Adaletten ve vicdandan bahseden bizler, onlara cılız muhallebi çocukları gibi geliyoruzdur. 

    Memleketi bizim hiç bilmediğimiz gizli inlerde idare eden "kurtlar", bizim çıt kırıldım apartman çocukları olduğumuzu düşünüp kıs kıs gülüyorlardır. 

    Ülkücü efsane Mehmet Ali Ağca, siyah Merdeces'le "tam bağımsız" hayatına giderken, zafer çığlıkları atıyorlardır…"


    Ağca'nın "tam bağımsız" hayatına doğru yola çıkarken, gazetecilerin yaşadığı bir neviçaresizlik hissini bu satırlarla dile getiriyordu Ece Temelkuran… 

    Milliyet'te yazıyordu… 
    Genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi'nin, yıllar önce Ağca tarafından öldürüldüğü Milliyet Gazetesi'nde…

    Ece Temelkuran"söylememek elde değil" diyerek, bir başka noktaya dikkat çekiyordu…

    "Bütün gazeteler Ağca'nın salıverilmesini bildikleri en sert sözcüklerle kınarken, söylememek elde değil, diğer yandan Ağca'yı ve benzerlerini besleyip büyüten bir dünyayı yücelten, mitleştiren "Kurtlar Sofrası"nı, kurtların Sharon Stone'u nasıl öptüğünü bayıla bayıla anlatmıyorlar mıydı aynı sayfalarda?..." 

    Temelkuran'ın elbette ki aynı gruptaki bir başka gazetenin, Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün yazısını önceden görmesi mümkün değildi… 

    Ama, tuhaf tesadüf bu ya, Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında,"Mercedes'e buyur, sayın bay katil" manşetinin hemen altında, Kurtlar Vadisi'nin başrol oyuncusunun Amerika maceralarının bir yenisini açıklıyordu… 

    Özkök'ün yazısı, Kelebek ekinde manşetti… 


    * * *

    Bir gazeteci ölümü değildi Abdi İpekçi'ninki…

    1 Şubat 1979'da vurulmuştu… 

    Mehmet Barlas'ın yazısında dikkat çektiği gibi, bu tarih aynı zamanda Humeyni'ninİran'a dönüş tarihiydi… 

    Fehmi Koru da Yeni Şafak'taki yazısında İpekçi'nin ölümünü "12 Eylül'e giden kanlı sürecin en önemli kilometre taşı" olarak yorumluyordu.

    Yani, sadece Türkiye'de değil, Ortadoğu'da dengelerin sarsıldığı bir dönemdi… 

    Onun ölümü Türk basınında da bir dönüş noktası, bir kilometre taşıydı… 

    Ercüment Karacan, Milliyet Gazetesi'ni satışa çıkarıyor, gazete bir yıla kalmadan, Türk medyasının en büyük grubunu oluşturacak olan Aydın Doğan'a geçiyordu…

    GAZETE MANŞETLERİ…

    Yıllar öncesinden, tekrar günümüze dönelim…
    Ağca'nın serbest bırakıldığının ertesi gününe, yani 13 Ocak 2006 tarihli gazete başlıklarına bir göz atalım…

    Akşam: Yine kaçırdılar
    Birgün, Milliyet, Radikal: Katil aramızda
    Bugün: Tahliyeye inceleme emri
    Cumhuriyet: Milli katil aramızda
    Gözcü: Türkiye katilleriyle gurur duyuyor (!)
    Güneş: Ağca: Ladin şeytanın kölesi
    Günlük Evrensel: İkinci kez kaçırıldı
    Tercüman: Yargıtay'da Ağca mesaisi
    Hürriyet: Mercedes'e buyur sayın bay katil
    Ortadoğu: Dünyanın gündemi Ağca
    Özgür Gündem: Gizli el devrede
    Posta: En ünlü katil artık serbest
    Sabah: Kahraman Terörist
    Takvim: Milyoner çıktı
    Türkiye: Ağca serbest
    Vakit: Sol şirretliği
    Vatan: Tetikçi aramızda
    Yeni Asya: Ağca'yı kim koruyor?
    Yeni Çağ: Mehmet Ali Ağca tahliye oldu
    Yeni Şafak: Sustu kurtuldu
    Zaman: Ağca çıktı, af tartışması alevlendi

    Altı gazete dışındaki tüm gazetelerin manşeti veya sürmanşetiydi… 
    Ya altı gazete?...

    - Milliyetçi kesimin yayın organlarından Ortadoğu ve Yeni Çağ…
    - İslami yayınlardan Türkiye ve Zaman… 
    - Ve, Doğan Grubu'nun Posta'sı bu haberi yine birinci sayfadan ama altta küçük olarak görmeyi tercih ediyorlardı…

    Medya dünyasında en çarpıcı ve farklı ses ise Vakit Gazetesi'nden çıkıyordu… 

    Ağca'nın serbest bırakılacağı gün "Kartel medyasından Ağca'ya linç" başlığını atıyor, ertesi gün "Sol şirretliği" manşeti ile Ağca'ya karşı gösteri düzenleyen sol grupları eleştiriyordu…

    Ortadoğu Gazetesi'nden Zeki Saraçoğlu da solcuların "Ağca ve Kırcı'nın şahsında milliyetçiliği mahkum etmek" istediğini yazıyordu…

    "İnsan hakları savunucuları, Abdi İpekçi'nin katil zanlısı Ağca'nın yirmi beş yıl sonra, cezasını çekmesine rağmen serbest kalmasını içlerine sindiremiyorlar. 

    Aynı zihniyet, yedi TiP'linin katledilmesinden sorumlu tutulan Haluk Kırcı'nın da tahliyesini kabullenemiyor. Neredeyse adamlar Türk hâkimlerinin yetkilerini alıp, yeniden yargılama yapacaklar."


    Nitekim, Ağca'nın kardeşinin kendisine uzanan mikrofonlara "Abdi İpekçi kimin adamı, onu araştırın" talimatı yansıyor ve "Bazı insanların canı yanacak" tehditlerini kamuoyuna aktarılıyordu… 

    Çiçeklerle, kurbanlarla süslenen Ağca'nın hapishane çıkışı kutlamaları büyük yankı buluyor, Sabah Gazetesi bu nedenle "Kahraman Terörist" başlığını atıyordu…

    Mehmet Altan ise Habertürk'te bu görüntüleri "katilseverlik" olarak yorumluyordu…

    AHMET HAKAN
    VE CAN DÜNDAR…


    Abdi İpekçi kimdi, kimin adamıydı sorusuna, medyanın en tartışılan köşe yazarlarından birisi olan Ahmet Hakan'ın yanıt arayışı dikkat çekiyordu… 

    Tabii, hemen ardından Can Dündar'ın Milliyet'te, bu konu üzerine yorumu gözden kaçmıyordu…

    Önce Ahmet Hakan'ın ve Abdi İpekçi'nin "kim" olduğu sorusuna yanıtına bakalım;

    "Sabetaycı avcılığı yapan o 'çatlak profesör', uzun zamandan beri bunu ima etmiyor mu? 
    Her taşın arkasında Sabetaycı arayan o 'mukaddesatçı', bunu açıkça söylemiyor mu? 
    Kitap satmak için 'dönme listeleri' yayınlayan adam, bu anlayışın yayılmasına hizmet etmedi mi? 

    Demek ki bütün bu gayretler sonuç vermiş. 
    Bir katilin kardeşi 'dönme' iddiasından, bir cinayetin meşru nedenlerini çıkarır olmuş. 
    Ey Sabetaycı avcıları! Eserinizle gurur duyabilirsiniz…"


    Gelelim Can Dündar'ın yazısına… 

    Can Dündar"Vallahi haklı" diyordu Ahmet Hakan'ın yazısından yaptığı alıntıya… 
    Yazının devamını yorumunuza bırakalım;

    "Ben o 'mukaddesatçı'yı beş yıl önce Kanal 7'de Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet'le katıldıkları bir programda 'Sabetaycı avında' izlemiştim. 

    Programın İskelesi'nde oturan sakallı televizyoncu, İpekçi'yi 'yıllardır dönme olduğu iddia edilen bir isim' diye tanıtmıştı.

    Telefonla katılan Hüseyin Hatemi 'Ben Müslümanım, diyen herkesin Müslümanlığını kabul etmek zorundasınız', deyince 'Dönme olsa bile mi' diye soran da o sakallı sunucuydu. 

    Epeydir yok o kanalda…
    Bir yerlerde karşılaşsam, şu 'dönme' meselesini soracağım kendisine…"



    UMUTSUZLUK, 
    ÇARESİZLİK VE ÖFKE


    Yazıya Ece Temelkuran'dan bir alıntıyla başlamıştık… 
    Yine onun yorumuyla devam edelim…

    "Hep birlikte bir şey yaparsak, o sırıtışların o bet yüzlerde çürüyeceğine, kurtların kuyruklarını kıstırıp kaçacaklarına… İnanıyorum.

    İnanmazsam vicdanım ve yazmak için sebebim kalmayacağını biliyorum."



    Necati Doğru, Vatan'daki köşesinde "Erken çıkardılar. İhtiyaç mı doğdu! Vurulacak yeni gazeteci mi var?" diye soruyordu…


    Nitekim, Can Dündar, Ağca'nın koruma kalkanına değinirken, "Asıl korunmaya muhtaç olanlar bu olayların üstüne giden gazeteciler, yazarlar, savcılar… 
    Onları 'Bazı insanların canı yanacak' diye tehdit savuran akrabalarından kim koruyacak?"
     diyordu.

    Aslında, umutsuzlukçaresizlik ve öfke duyguları arasında savrulan Türk basınına öğüt, büyük usta Çetin Altan'dan geliyordu…

    "Zordur zor, Türkiye'de sevdiği işe layık olmaya çalışan bir kalem adamı olmak… 

    Binbir kaşkariko, pençe büyütür görünmeyen karanlık dalgaların içinde… 

    şükredelim, şimdiye dek yiyebildiğimiz sahanda sucuklu yumurtalara…" 



    Ve, ertesi günkü yazısında devam ediyordu… 

    "Biliyorum, yine kulak asılmayacağını bu tür uyarılara… 

    Hayat takviminin son yapraklarına uzanırken de, kalemin erdemine layık olmaya çalışmalı bir yazı emekçisi…"
     


    Bekir Coşkun'un Hürriyet'teki yazısıyla noktayı koyalım:

    "Tavukları canlı canlı ateşte yakıp, danayı ayağından asıp, Ağca'nın başına karanfil atınca sen 'memleketim' gibi oluyorsun memleketim"