Sitemizde Ara


  • Azime ACAR

    Bütün hafta, Başbakan'ın avuçlarındaydı, pimi çekilmiş "Unakıtan Bombası"…

    Başbakan ise pek aldırmıyor gibi görünüyordu bombaya… 
    O, daha çok medyayla çelik-çomak oynamak niyetindeydi…

    - "Açıklayacağım"
    - "Açıklamam"
    - "Anı geldiğinde açıklarım"
    - "Açıklayacak mal varlığım yok" 

    Ve, Başbakan'ın ne diyeceği beklentisi, "uydurma haber" tartışmalarının çoktan önüne geçiyordu…

    Ahmet Altan, www.gazetem.net'teki yazısında, "uydurma haber"leri ele alıyor ve Türk medyasına çuvaldızı batıyordu…
    Ona göre, Türk medyası, "doğru habere" olan inancı kaybetmişti… 
    Aynı haberin beş ayrı gazetede beş ayrı biçimde çıkabiliyor olmasından… Ve, bir çok insanın hayatının "özensiz habercilik" sonucu savrulup gitmesinden söz ediyordu…

    Hürriyet Gazetesi'nden Altan Tanrıkulu, 3 Şubat günü, "yalancı medya" başlıklı yazısında, "Yalan mı yazıyor medya?" sorusunu spor basını için ortaya atıyordu…

    Geçen hafta İstanbul'a gelen Dünya Gazeteciler Birliği Strateji Danışmanı Jim Chisholm, en çok gazete okunan ülkeler sıralamasında Türkiye'nin 96. sırada yer aldığını açıklıyordu…

    Ahmet Altan'ın "çarpık omurga" saptaması ne denli etkiliydi bu sıralamada?...

    * * *
    Bir zamanların Akşam Gazetesi'nde, yaz tatillerinde, stajyer muhabir olarak gazeteciliğe başlamasının üstünden 40 yıl geçmişti Ahmet Altan'ın…

    Gazeteciliğin her aşamasından geçmişti… 
    Stajyerlik… Gece muhabirliği… Gündüz muhabirliği… Şef yardımcılığı… Sayfa sorumluluğu… Köşe yazarlığı… Televizyon programcılığı… ve çok kısa bir süre de olsa genel yayın müdürlüğü…

    Gazeteciliğe ilişkin duyguları ise "aşk" ve "nefret" arasında gidip gelmekte…

    Ona göre, gazeteciliğin omurgası yamulmuştu… 

    "… Bugün Türkiye'nin yaşadığı bir çok çürümüşlüğün altında Babıali'nin utanç verici işbirliğinin yattığına inanırım. 

    Özellikle, 12 Eylül'den sonra gazetecilik mesleği çok ciddi bir çürümüşlük yaşadı. 

    Güneydoğu'da on beş yıl süren iç savaş, Susurluk ilişkileri, 28 Şubat dürüst bir basınla çok daha başka türlü yaşanırdı bu ülkede.

    Bunca insan ölmezdi.
    Bunca hırsızlık yapılmazdı.
    Gazeteler 'devlet adına yapılan hukuksuzluklara' sahip çıkmasalardı, bunları zamanında eleştirselerdi müesseseler böylesine şirazesinden çıkmazdı…."


    Ahmet Altan'a göre, bu omurgayı düzeltmeden, Türkiye'de kolay kolay başka şeyler düzeltilemeyecekti… 

    Peki kim düzeltecekti bu omurgayı?... 
    İş gene gazetecilere düşmüyor muydu?... 
    Önerisi neydi?...

    "Bugün 'doğru habere' olan inancını kaybetmiş bir gazetecilik anlayışının en alt kademelere kadar nüfuz ettiğini görebiliyoruz.

    Aynı haber beş ayrı gazetede beş ayrı biçimde çıkabiliyor.
    Birçok insanın hayatı özensiz habercilik sonucunda savrulup gidebiliyor.
    Gazeteler, 'dürüst haber' refleksini kaybetmiş gözüküyor.

    Babıali'nin bir gazetecilik reformundan geçmesi gerektiğine inanıyorum. 
    Dinde, orduda, yargıda, politikada reformdan söz ediyoruz ama nedense gazeteciliğin sorunlarından söz etmiyoruz."


    Ahmet Altan, bütün kurumları Avrupa Birliği kriterleriyle tartışırken, gazeteciliği Kopenhag kriterleri prizmasından geçirmekte pek istekli davranılmadığını söylerken, şu soruları peşpeşe soruyordu;
     
  • Türk gazeteciliği Avrupa Birliği kriterlerine uyuyor mu?
  • Türkiye'de yazılan haberler, Avrupa'daki gazetelerde yayınlanabilir mi? 
  • Açıkça yalan yazan, iftira atan bir gazeteci Avrupa'da işine devam edebilir mi?
    - Türkiye'de işine devam etmeli mi peki? 

    Ve, ardından uydurma haber konusuna geliyordu…

    "Geçen gün çok da önemli olmayan bir haber okudum.
    Hangi haber olduğunu söylemeyeceğim çünkü derdim onu yazan genç muhabirin başını derde sokmak değil.

    Ama ertesi gün o haberin yalanlaması çıktı.
    Haberin tek bir unsuru bile doğru değildi.
    Doğru olan bir tek şey yoktu içinde.

    Belki de yazan doğru olup olmadığına bakmadan kafasından yazmıştı, onun şefi haberi iyice sorgulamadan servise koymuş, yazı işleri de aynı aldırmazlıkla haberi sayfaya yerleştirmişti.
    Peki böyle 'yalan haber' yazma cüreti nasıl yerleşti Babıali'ye?

    Nasıl bir gazeteci hiç korkmadan, bundan dolayı bir ceza göreceği endişesine kapılmadan tümüyle yalan haber yazabiliyor?

    Çünkü Babıali'de yalan cezalandırılmıyor.
    Mesleki bir müeyyidesi yok yalanın…"


    Ahmet Altan, yine sorularla bitiriyordu yazısını….

    - Türkiye'nin ve bu ülkedeki kurumların düzelmesini isteyen dürüst gazeteciler, bir yanı kangren olmuş bu mesleği düzeltmek için hiç çaba sarf etmeyecek misiniz? 
    - Yalan haberi gazetecilikten silmek için bir şeyler yapmayacak mısınız?
    - Yalan, bu harikulade mesleğin ayrılmaz bir parçası olarak sürüp gidecek mi bu ülkede?

    Ahmet Altan, sorularıyla çuvaldızını Türk medyasına batırırken…. 
    Baba Çetin Altan, çuvaldızını "bürokratı, politikacısıyla; Hazine'den geçinmeli takıma" batırmayı seçiyordu….

    "Bekri Mustafa'ya sormuşlar:
    - Hadi diyelim ki, vatan-millet aşkıyla tutuştuklarını söyleyip duranların, mal varlıkları açıklandı. Bunların meşru yollardan sağlanıp sağlanmadığı nasıl anlaşılacak?

    Bekri Mustafa, bir fırt çektikten sonra:
    - Bir tek çare var, demiş.
    - Nedir?
    - Papatya falına bakmak. Bir papatya alıp yapraklarını tek tek koparmaya başlayacaksın:
    - Meşru...
    - Değil...
    - Meşru...
    - Değil...
    Papatyanın son yaprağı "meşru" diye bitiyorsa, meşru; "değil" diye bitiyorsa "gayrı meşru" olduğu çıkacak ortaya..."


    TÜRKİYE GAZETE 
    OKUMADA 96. SIRADA…


    Geçen hafta, Reklamverenler Derneği (RVD) ve Media Cat Dergisi tarafından düzenlenen konferansta Dünya Gazeteciler Birliği Strateji Danışmanı Jim Chisholm,"gazetelerin geleceği" konulu bir sunum yapıyordu…

    Dünyada, gazetelerin internet tehdidi karşısında yenilenmeyi başardığını ve tüm dünyada tirajların arttığı gerçeğini aktarıyordu… 

    Dünyada her gün üç milyar insan gazete okuyordu… 
    Türkiye'de ulusal gazetelerin toplam tirajı ise ortalama 5 milyondu… 

    Chisholm, Türkiye'nin gazete okuma sıralamasında 96. sırada geldiğini söylüyordu…
    En çok gazete okunan ülkeler mi?
    NorveçJaponyaFinlandiyaİsviçre şeklinde sıralanıyordu…

    Ancak, Norveç gibi ülkelerde bir gazeteyi bir veya iki kişi okurken, Türkiye'de bir gazeteyi okuyan kişi sayısının ortalama 10 olduğunu da hatırlatıyordu…

    Gazetelerin reklam mecrası olarak televizyonlardan tam sekiz kat daha değerliolduğunu da vurguluyordu… 
    Chisholm'un konuşmasından, iletişimciler için ipuçlarını aktararak, bitirelim mi?
     
  • Gazeteler üst gelir gruplarına ulaşma konusunda daha etkili.
     
  • Gazeteler en güvenilen ve en çok inanılır bulunan mecra durumunda.
     
  • İzleyicide televizyon reklamlarını zaplama eğilimi var. Gazete okurları reklamlara daha olumlu yaklaşıyor. Gazete reklamlarından rahatsız olan okuyucuların oranı yüzde 11, televizyon reklamlarından rahatsız olan izleyicilerin oranı ise yüzde 54.
     
  • Türkiye'de gazete okuru çok genç.
     
  • Türkiye'de reklam pastasından televizyon reklamları yüzde 73 pay alıyor. Reklamverenler açısından doymuş bir pazar olan Avrupa'da bile reklam alanında büyüme var. Televizyonların pastası daha fazla büyüdü. Gazetelere verilen reklam aynı kaldı. Ama televizyon kanalı sayısı çok fazla arttığı için aldıkları reklam oranları düştü. 

    Televizyonun çok daha önde olduğunu düşünüyorsanız, televizyona daha fazla para harcıyorsanız, bence gazetelerin gücünü küçümsüyorsunuz.
  • Evet, bir yanda Chisholm'un "gazeteler en güvenilen ve en çok inanılır bulunan mecra durumunda" tespiti…. 
    Diğer yanda, Ahmet Altan'ın Babıali'ye her geçen gün biraz daha yerleştiğinden yakındığı"yalan haber yazma cüreti"…

    Ancak, gazetelerin son aylarda, habercilik refleksini yeniden kazanarak gündem oluşturma çabalarını göz ardı etmemek ve baba Çetin Altan'ın dediği gibi enseyi karartmamak gerek