Soytarı derken, sulu zırtlak esprilerle yalaka, eyyamcı bir kişiliği anlatmıyoruz.
Ingilizce karşılığı "clown" olan soytarı, batılı sarayların gözde devlet görevlilerinden biriydi. Hatta, batıya Bizans ve Osmanlı'dan gittiği rivayet edilen önemli bir kurumdu. Önemi de şu:
Tanrısal iktidar gücünü elinde bulunduran yöneticilere, birinin 'doğruyu ve gerçeği'komplekssiz ve egosuz söylemesi gerekiyordu.
Bu kişi de ancak cezalandırılmaktan korkmayacak kadar cesur, ama kendini kolay ele vermeyecek kadar da zeki birisi olmalıydı.
Son genel seçim gösterdi ki, Türkiye'de her türlü iktidar sahibinin çevresinde eyyamcılarvardı ama soytarılar yoktu.
Başta geçerli oyların yüzde 50'ye yakınını alan AKP ve muhalefet lideri Deniz Baykal'ın çevresinin tamamen bir algı yanılsaması ile örüldüğü ve mutlak iktidarın nasıl "gözleri kör ettiği" seçimden sonraki bir haftada belli oldu.
Adı üstünde Bay Kal, CHP tepesinde kalmayı sürdürecek.
Çünkü çevresindeki eyyamcı grup ona soytarılık yapacağına yanılsama sunuyor.
O da "Hata kimde?" diye sorduğunda, tabii ki parmağı "kendini" işaret etmiyor.
AKP lideri ise kazandığı gücün bir nevi sarhoşluğuyla uzlaşma arayacağına dair verdiği sözleri hemen unuttu ve Cumhurbaşkanlığı seçimini bir AKP operasyonuna çevirmeyi başardı.
SONUÇ: Osmanlıda "Padişahın altından minder çekebilen kişi" olarak anılan soytarınınyanısıra, üst düzey devlet erkanı Cuma selamlığında padişahın karşısına geçip,"Mağrurlanma Padişahım, senden büyük Allah var!" diye bağırırmış.
Soytarılık geleneği gerçekle bağını kopardıktan sonra salt gerçeği ve yalnızca gerçeği söylemek, eleştiri oklarının ve aşağılanmanın garantisi gibi
Seçimden önce, "AKP yüzde 48 oy alır" diye yaptığı kamuoyu araştırmasının sonucunu açıklamaya cesaret eden Tarhan Erdem'in başına gelenleri hatırlayalım.
40 yıllık CHP'li Tarhan Erdem'e demedik "laf" bırakılmadı, "Gizli AKP'li" damgasını bile yedi
Milliyet Gazetesi'nin Pazar Eki'nde Aylin Varon'un yaptığı söyleşide Tarhan Erdem, hayatta zaman zaman böylesine riskler aldığını hatırlatıyor. Bunlardan bir tanesi deMilliyet'in Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenmesi olmuş. Ama yine de kendisine"gazeteci" diyemeyeceğini bakın nasıl anlatıyor;
"Aydın Doğan, 1979'da Milliyet'i aldığı zaman, İdare Meclisi'ne kimleri alayım diye herhalde Abdi İpekçi'ye danışmış. O da benim adımı vermiş. Sonra, beni aradılar ve Milliyet'in başına geçmemi istediler. Genel Yayın Yönetmeni oldum."
Aylin Varol'un "Nasıl cesaret ettiniz?" sorusunu ise şöyle yanıtlıyor;
"Cesaret mesaret değil, düpedüz bilgisizlik. Basbayağı yanlış yaptım. Zaten gazetecilik benim anladığım yönetim biçimine uygun bir şey değil. Yani, normal sanayi yöneticiliği gazete yöneticiliğinden çok başka bir şey. Yine de bir, birbuçuk sene gazetedeki görevimi sürdürdüm."
Erdem, erdemli olmanın bir ipucunu da veriyor. Başaramadığı şeyi, "başaramadım" demekten çekinmiyor.
Bu yüzden salt gerçeği bir soytarının ona söylemesine ihtiyacı kalmıyor Darısı iktidar sahiplerinin başına
Ama, görünen o ki, "Bir sosyalist bir meclise yeter" diyen bağımsız milletvekili Ufuk Uras'tan ona oy verenlerin ve vermeyenlerin beklentisi, iktidar sahiplerine,"Mağrurlanmayın, sizden büyük halk var" diyebilmesi...