Başlıktaki kelime oyunumuz vesilesiyle, kelimelerin üstadı Can Yücel'i ölüm yıldönümünde anarak bu haftaki medya kaza raporuna başlıyoruz...
Ankara'nın uzun "susuz yaz"ı Başkent'te neredeyse diplomatik elçilikleri işlemez hale getirirken, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Baykal'a fark atmak üzere...
Seçim yenilgisini neredeyse "global ısınma"ya dayandıracak olan Baykal'la Gökçekarasındaki "zihinsel bağ" ya da "telepatik iletişim" tüm gücüyle sürüyor...
Gökçek, susuzluğa karşı önerdiği parlak fikirlerinin yanısıra ikinci bir medya kazası daha yaptı.
Bugün yapılacak Ankara Belediye Meclisi'nin resmi gündem toplantısında bilin bakalımhangi madde yok?
Tahmin edemediniz... Susuzluk...
Çünkü Melih Gökçek'e göre, susuzluk Ankara'nın önemli bir sorunu değil. Allah'ın takdiri...
Meclis toplantısında değil, cami avlularında çözülecek bir mesele. O yüzden gündem toplantısına alınmamış, üstü resmen toprakla örtülmüş.
Eskiden siyasetçiler önemli konuları sümenaltı yapardı, şimdi ise toprak altı yapıyorlar anlaşılan.
SONUÇ: Aktüel Dergisi'nden Selahattin Yusuf köşesinde, başta Baykal olmak üzere "sosyal demokrat" siyasetçilerin kullandıkları sentetik Türkçe'den duyduğu rahatsızlığı bakın nasıl anlatıyor; (Merak etmeyin, konudan kopmuyoruz, Gökçek'e bağlayacağız)
Konuşulan mesele, mesele olmaktan çıkar, bizzat o meseleyi konuşan dil'mesele' haline gelir. Bunda sosyal demokratımızın asıl derdinin 'mesele' değil de'poz' olmasının payı büyüktür elbette. Meselenin tabi değil, 'edinilmiş' bir mesele olması önemlidir. Çünkü sosyal demokratlık bu ülkede büyük oranda 'pozdan'ibaret bir davadır. Dert, sıkıntı, çile derilerinin altına inmemiştir. İçlerine işlememiştir. Kafa yapıları ve bu toprağı sevme biçimleri onları anlama yeteneğinden doğallıkla korumuştur."
Görünen o ki Melih Gökçek de aslında şeklen yaptığı Meclis toplantılarında "içine işlemeyen" susuzluk meselesini ele almıyor.
Tıpkı seçimde hezimete uğrayan sosyal demokratlar gibi, yakında Gökçek,diyafram sesiyle konuşmaya başlarsa şaşırmamak lazım.
Bir noktayı daha hatırlatalım...
Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde Güngör Uras, "3240 yıl önce yağmur duası yerine baraj yapılıyordu" diyor.
...Ve Hitit Krallarının Anadolu'da hüküm süren kuraklıkla başedebilmek için insan yapısı barajlar inşa ettirdiklerini hatırlatıyor. Küçük bir gölet büyüklüğündeki bu barajlarınhala su tuttuğun da altını çiziyor.
Uras, üstelik ikna edici olsun diye köşesine bu su tutmuş küçük barajın fotoğrafını da koyuyor.
AMELİYAT KIYAĞI!
OLAY YERİ: İzmir Özel Central Hospital Hastanesi OLAY: İki yıl önce yediz ceninlerini hastane logosuyla sergileme skandalına imzasını atanİzmir Central Hospital Hastanesi, bu kez bademcik ameliyatıyla medya kazası işledi.
İzmir'de dört yaşındaki Beyza Dizmen, Özel Central Hospital Hastanesi'ne bademcik ameliyatı için götürüldü, ancak ameliyatta bademcik yerine geniz eti alındı.
Kızın ailesi "Geniz eti değil, bademcikleri alınacaktı" deyince, doktorlar Beyza'yı iki saat içinde ikinci kez ameliyat etti.
Aile, doktorlar hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
Hastanenin yaptığı medya kazası bununla da kalmadı. İkinci ameliyatın parasının alınmayacağı müjdesini aileye verdi ve "bademcik ameliyatı bizden olsun" dendi.
SONUÇ: Baba Sezer Dizmen, "bedava bademcik" ameliyatı sus payını kabul etmedi, Cumhuriyet Savcılığı'ndaki suç duyurusunda ısrarlı.
Çocuğa iki saat arayla narkoz verilmesi ise doktorlar ve tıp uzmanları tarafından"olacak iş değil" yorumuyla karşılandı.
Böyle durumlar bize Can Yücel'in "Ben bir narayım, kimse bilmez nereden" sözünü hatırlatıyor. Bazen sesini duyurabilmek için nara atmak gerekiyor...