- Medya önünde kriz yönetmeye kalkınca, helikopter kazası nasıl medya kazasına dönüştü?
- Önce “çok” konuşup, sonra “tıp” denince medya konuşacak adamı nereden buldu?
- Sis ve kötü hava helikopter enkazına ulaşmayı engelledi ama asıl “sislemeyi” kim yaptı?
- Uluslararası yabancı bir kriz yönetim uzmanından “ders” gibi sözler... Gazeteciler “niye” senaryo üretir?...
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki beş kişinin ölümüyle sonuçlanan helikopter kazasının nasıl bir medya kazasına dönüştüğü, baştan aşağı derslerle dolu...
BİRİNCİ DERS; bir krizi medya önünde yönetme.
Hele canlı yayın kameralarının önüne geçip, elindeki cep telefonuna gelen kulaktan dolma bilgileri medya önünde “resmi bilgiymiş” gibi hiç açıklama.
BBP Genel Merkezi’nde helikopter kazasının duyulmasının hemen ardından tam da bu manzara yaşanıyordu. Tüm parti yetkilileri, kameraların önüne geçmiş, canlı yayında, gelen cep telefonlarındaki “bilgi veya dezenformasyon kırıntılarını” büyük bir iyi niyetle medya ile paylaşıyordu...
Bu sırada, herkes o kadar “çok konuşuyordu ki”...
Kayseri Valisi olduğu söylenen birisi parti merkezini arayıp, “Yaralılara ulaşıldığını ve Göksun Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığını” müjdeliyordu. Arayan kişinin gerçekten Kayseri Valisi olup olmadığını kimse sorgulamıyordu.
Bir gazetecinin ise Devlet Hastanesi Başhekimi ile konuştuğu ve “Muhsin Yazıcıoğlu’nun durumunun ağır olduğunu” söylediği ileri sürülüyordu ki bir laf kulaktan kulağa geçtikçe deformasyona uğruyor ve dezenformasyona dönüşüyordu.
Oynanan bu kulaktan kulağa oyunun bir tarafı da medya idi.
Bilgilerin tek merkeze toplanıp, doğrunun yanlıştan ayıklanmasından sonra yine tek bir ağızdan, tek bir mesaj olarak verilememesi yüzünden, medya bu büyük haberi zenginleştirmek için doğal olarak her kanala saldırdı.
Ve olayın üzerinden bir kaç saat geçtikten sonra öylesine bir bilgi kirliliği ve karmaşası ortaya çıktı ki yetkililer “adını bile söyleyemeyecek” hale geldi.
Büyük Birlik Partisi yetkilileri, olaydan beş altı saat sonra yaptıkları hatanın farkına varıp, bu kez kameralar önüne çıkıp, enkaza ulaşılamadığının duyurusunu yapmak durumunda kaldılar.
İyi haber verme telaşı ile medya önünde kriz yönetilmeye kalkışılmış, sonuçta sınıfta kalınmıştı.
İKİNCİ DERS; çok erken konuşup, sonra tamamen susmak, krizde medyanın ilgisini ve cesaretini daha da arttırır.
Sadece Büyük Birlik Partisi değil, her bir ağızdan, her bir kesimden krizin ilk saatlerinde o kadar çok konuşuldu ve o kadar çok enformasyon verildi ki medya eleme yaparken, doğal olarak en “sansasyonel” başlıkları ekrana getirmeye başladı.
Bu arada, cep telefonu ile “112 Acil” hattına İhlas Haber Ajansı muhabiri İsmail Güneş ulaşmış, aşağı yukarı bulundukları yeri kırık ayağı ile tarif etmişti.
Dahası cep telefonunun koordinatları Turkcell tarafından olaydan hemen sonra bildirilmişti. Ama ilk bir saat içinde hemen hiç bir şey yapılmadı.
Fatih Altaylı, Habertürk’te Cumartesi günkü köşesinde, “Kaza yerinin koordinatlarının verilmesinden sonraki 69 dakika boyunca bölgede yardım yapabilecek tek güç olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yardım istenmediğini” iddia ediyor.
Herkes belli ki açıklama ve çok konuşma telaşına düşmüştü...
Olayın şaşkınlığına bilgiler netleşmeden, bir telaş konuşma çabaları eklenince saatler değil, dakikaların önemli olduğu bir kurtarma operasyonu da geceye kaldı.
Hava karardıktan sonra ise kazazedelerin durumundan ümit kesilmeye başlandı.
Çok konuşma hatasının fark edilmesinin hemen ardından bu kez hiç konuşmama refleksi sergilendi.
Hükümet tarafı, arama kurtarmayı yöneten yetkililer bir anda “tıp” oyunu oynamaya başladılar. Öyle ki, kaza yerine köylülerin ulaşıp, cenazeleri bulmasından sonra bile İçişleri Bakanı bir türlü Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı’nın vefat ettiğini duyuramıyordu.
Koşullar ağırdı ama iletişimin üzerindeki sis perdesi bir çok komplo teorisi üretilmesine ve medyanın refleks olarak senaryo yazmasına yol açacak kadar müphem bir hava yarattı.
ÜÇÜNCÜ DERS: Krizin insanı boyutunu unutma.
İHA muhabiri İsmail Güneş’in 112 Acil’le yaptığı telefon konuşması dinleyen herkesin yüreğini parçaladı.
Konuşmada, çaresizlik içinde çırpınan bir kazazedenin yardım çığlığını dinliyorduk.
Medya eline geçen bu kaydı kullandı. Kullanması eleştirildi ama asıl eleştirilmesi gereken bu kaydı medyaya sızdıranlardı.
Niye derseniz…
11 Eylül’ün ardından, acil telefon hatlarından yardım isteme konuşmaları olaydan yıllar sonra mahkeme kararıyla yayınlanabildi.
Üstelik mahkeme kararına rağmen, New York Belediyesi konuşmaları kurbanların ailelerine dinletip, onay aldıktan sonra medya ile paylaştı.
Medya kriz anında bulduğu her malzemeyi kullanmaya ve haberde ön almaya çalışır. O telefondaki ses kendi arkadaşları bile olsa. Ama bunun sızdırılmasının sorumluluğu resmi makamlara aittir.
Nitekim, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, yasal olmadığını söyleyip, kimin sızdırdığının araştırılacağını söylemek zorunda kaldı.
Bu arada gerçek sislemeyi kimin yaptığı ise cenazelerin bulunmasından sonraki aklıselim değerlendirmelerde ortaya çıktı.
Olayın en önemli tarafı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, rota almadan, hava şartlarını kontrol etmeden helikopter uçuşuna nasıl izin vermişti?
Çünkü, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün en temel görevlerinden birisi bu. Her türlü hava aracının rotasını alıp hava şartlarına göre uçuş izninin verilmesini sağlamak. Dahası helikopterde acil durum yer belirlemeyi sağlayan ELT cihazının olduğunu iddia etti Sivil Havacılık. Ancak, Radikal Gazetesi’ndeki habere göre, kaptanlar tarafından birinci elden yalanlandı.
SONUÇ
Bu tür haberlerin hemen ardından medyanın olay üzerine senaryolar üretmesi doğal bir reflekstir. Medya gelen bilgi kırıntılarından bir sanal gerçeklik yaratır.
Helikopter kazası haberinin medyanın gündemine düştüğü saatlerde, İstanbul’da Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin düzenlediği “Kriz mi? İletişim mi? Kriz İletişimi mi?” başlıklı toplantının konuşmacısı uluslararası bir kriz yönetim uzmanı olan Mike Seymour idi.
Seymour, Londra’da 5 Ekim 1999’da yaşanan ve 32 kişinin öldüğü tren kazası örneğini verirken, “Ertesi gün gazetelerde kazanın nedenine ilişkin 15 farklı senaryo vardı ve hiçbiri kazanın gerçek nedeni değildi. Medya ortaya bir sürü hikaye koymuştu, hiçbiri doğru değildi” diyordu.
Gazetecilerin böylesi vakaların ardından “senaryo üretme” refleksini yorumlarken, “On kişi bir araya gelse en az iki, üç söylenti çıkar. Kulaktan Kulağa oyununda olduğu gibi. İnsanlar söylentilere inanma eğilimindedir, üstelik bu söylentiler aktarıldıkça süslenir.”
İsmet Berkan ise Radikal’deki köşesinde, olayın bir başka boyutundan bakıyor ve ilk saatlerin ne denli önemli olduğunu hatırlatıp, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Tek bir acil durum numarası olmalı ve o telefonun başındaki personel çeşitli durumlar için eğitilmeli” gerçeğinin altını çiziyor. Ardından şu soruyu soruyor:
“Siyasi parti lideri değil de sıradan insanlar olsaydı, acaba kazanın haber alınmasından bir saat sonra askeri helikopterler yine de havalanır mıydı, belki de havalanırdı ama buradaki belki önemli, hiçbirimiz yüzde yüz emin olamıyoruz, oysa olmamız gerekir.”
Helikopter kazasının medya kazasına dönüşmesi üzerine yazacak çok şey var ama bize göre olayın üzerine tüy diken değerlendirme Kızılöz Köyü’nde Kriz Masası kurarak, başkanlığını üstlenen İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan geldi.
200 kişilik arama ekibini saniye saniye koordine ettiğini, bütün işleri planlı ve programlı yaptığını söyleyen Atalay, “Çok başarılı işler yaptık” derken, tüm eleştirilerin “haksız” olduğunu duyurdu.
Atalay, bunu söylerken, köylüler çoktan enkaza ulaşmıştı.