Bu hafta suikasta kurban giden iki gazetecinin ölümünün çakıştığı hafta.
Birisi Hrant Dink, diğeri Uğur Mumcu.
İki gazetecinin ölümünün üzerindeki soru işaretleri hala kalkmış değil... Aradan geçen yıllara rağmen hüznü ise aynen duruyor... Hem cinayetlerin aydınlatılamaması hem de kayıpları yüzünden...
İşte tam böyle bir haftada Türkiye’nin üç duayen ismi Hıncal Uluç, Metin Münir ve Mehmet Yılmaz, Türkiye’den çok uzaklarda, Londra’da “gazetecilik” üzerine şiddetli bir beyin fırtınası yaptılar.
Ayşe Arman’ın Hürriyet Pazar'daki röportajında “Gazetecilik öldü mü?” bölümünü kısaltarak, dikkatinize sunuyoruz.
İyi haftalar,
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
Ayşe Arman: Gazetecilik öldü mü?
Hıncal Uluç: Öldü. Artık gazete olarak da yok birbirimizden farkımız, tek fark yazarlar. Yaratıcı editör desen, o da yok…
Metin Münir: Bugün Türkiye’de Fiat, Renault fabrikasında üretilen arabaların kalitesi, o müdürlerin kalitesi, dünyanın herhangi bir yerinde neyse öyle, hatta daha iyi. Ama gazetelerimize baktığımız zaman, bizim gazetelerimizin tamamı kalitesizdir. Avrupa’da bir tek kalitli gazetesi olmayan ülke Türkiye’dir.
Türkiye’de bir The New York Times var mı? Washington Post var mı? Le Monde var mı? Yok. Türkiye’de bütün gazeteler tabloid.
Biz bu işi bilmiyoruz. Türkiye’de genel yayın yönetmeniyle The New York Times’ın genel yayın yönetmeninin yaptığı şeyler aynı değildir. Bizde bütün gazeteler diktatörlüktür, despotluktur. Bugün Başbakan Erdoğan’dan şikayet ediyoruz, ama bütün gazeteler, her seviyede Erdoğan’larla doludur.
Bizde muhabir yok, olabilir mi böyle bir şey? Tüm dünyada ‘muhabir’, bağımsız kendi konusunda uzman olan bir kişidir. O herhangi birisinden emir almaz, işini yapar. Bizde böyle de değil bu hikayeler. Tamamen, en tepeden aşağı kadar bozuk, kalitesiz…
Mehmet Yılmaz: Daha neler! Ben katılmıyorum. Türkiye’de bir Le Monde yok ama Le Monde’da da şu yaşadığımız coğrafyayla ilgili öyle cahilce kaleme alınmış yazılar çıkabiliyor ki, demek ki benzeri problemler orada da yaşanıyor.
Üstelik gazeteci demek, bir meseleye derinlemesine vakıf olan insan demek değildir. Gazeteci meraklı insandır, merak eder. Hıncal Abi, gazetecilik öldü derken, merak duygusunun azaldığına dikkat çekiyor. Gazeteci, merak edip soru soran insandır. Derin bilgisi olması gerekmez. Çok bilen insan da zaten giderek soru sormayı unutur.
Ayşe Arman: Peki despotluk ve diktatörlük…
Mehmet Yılmaz: Dünyanın her yerinde gazeteler, diktatörlüktür. Gazete, genel yayın müdürünün kişiliğinin bir ürünüdür. Bu Independent’ta da böyledir, The New York Times’da da. Gazeteciliğin geleceğiyle ilgili esas tehlike şu; enformasyonun, özellikle internet ve parasız dağıtılan gazetelerle, bedava hale gelmesi. O zaman sadece reklamverene bağlı bir gazetecilik anlayışı geliyor. Mesele bu.
Ayşe Arman: Peki, muhabirliğin ölmesi, yaratıcı editörlerin azalması…
Mehmet Yılmaz: Saçma hayaller kurmayalım. Türkiye, en çok satan kitabın 3-5 bin sattığı bir ülke. Benim yaptığım kitap bestseller oldu, 14 baskı yaptı, 42 bin sattı. Böyle bir ülkeden söz ediyoruz. 15 bin tane satınca bestseller oluyor. Bu ülkede editörden aşırı derinlik beklemek gerçekçi değil. Öyle bir derinlik talebi de yok zaten.
Ayşe Arman: Peki meslek ileri mi gitti?
Mehmet Yılmaz: Ben ileri gitti diyorum.
Metin Münir: Ben ileri gittiğini sanmıyorum.
Hıncal Uluç: Ben bitti diyorum.
Ayşe Arman: Gazetenin hamallığını çekenlerle, masa başında oturanlar arasında bir eşitlik var mı?
Mehmet Yılmaz: Muhabir, editörden önemlidir denemez. Muhabir yazısını yazar çıkar, o kimsenin ismini bile bilmediği editör, o yazıyı oturup yeniden yazar, gece 11’e, 12’ye kadar gazetede oturur. Sabah gazetede bir sorun olursa, genel yayın müdürü ona bağırır çağırır, muhabir o sırada Bebek Kahve’de arkadaşıyla çay içiyordur. Evet, muhabirler çok önemli ama editörler de önemli.
Metin Münir: Ben yıllarca Financial Times’ta çalıştım. Hepimiz muhabirdik. Daha doğrusu şöyle; Gazete, muhabirlerden ibaretti. Başka biri yoktu. Editörler de bir süre sonra muhabir olacak insanlardı. Yani diyelim ki 15 kişi dış politika muhabiriyiz ve 10 ülke var, 10’u da 10 ülkede muhabirlik yapıyor, Londra’da yaşayan 5 editör, muhabirlik yapmak için sırasının gelmesini bekliyor. Başka bir gazetecilik anlayışı. Bizde ise alakasız. Biz işi tamamen öldürdük.
Ayşe Arman: Nasıl düzelir? Düzelir mi?
Hıncal Uluç: Düzelmez. Çünkü haber pahalı. Halbuki Hıncal, ne kadar pahalı olursa olsun, bir bütçesi var. Her ay bu kadar ödeyeceğiz Hıncal’a, o da bize bu kadar gazete sattıracak, bitti. Yazar aldığı para fazla olduğu halde ucuz.
Ayşe Arman: Yani yazara para veriyor, haberi ucuza getirmek için ya da gazeteyi daha kolay yoldan sattırabilmek için…
Mehmet Yılmaz: Tabii. Santimetrekare hesabı. Orayı bir şeyle dolduracak. Ya ajans haberleriyle, o en ucuzu, ya orijinal bir yazarla, nispeten pahalı. Ya da özgün bir haberler, o en pahalısı…
Ayşe Arman: Bizde acaba ciddi gazete, ciddi haber mi okumak istemiyor insanlar?
Mehmet Yılmaz: Ne alakası var. Mesele şu; iyi gazete yapıyor musun, yapmıyor musun? İyi gazete satar.