- Nevzat Tandoğan’ın ruhu aramızda dolaşıyor...
- Siyaset nerede yapılır, nerede yapılmaz?... Kimin siyaset yapma hakkı vardır, kimin yoktur? Tekel işçileri üzerinden bir acaip tartışma...
- Muska gibi söz: Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kararır...
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
1940’lı yıllardaki Nevzat Tandoğan’ın sözünü hatırladık.
Dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan o dönem sokaklarda nümayiş yapan solcu gençlerin ağzının payını vermek için “Bu ülkeye eğer komünizm gerekirse onu da biz getiririz, devlet getirir. Size ne oluyor?” demeye getirmişti.
O gün bugündür Türkiye’de siyaset yapan sivil toplumdan hep korkulur oldu.
Siyaset sanki bir sınıfın ya da Cengiz Çandar’ın deyişiyle “siyaset esnafı” olarak bilinen, ömrünü Ankara’da 'parlamento ve bakanlıklar arasında' çürütüp, bundan her nasılsa bir şekilde rant elde eden kişilerin işi olarak bilindi.
60’larda öğrencilerin siyaset yapmasına kaş büküldü, 70’lerde işçilerin ve entelektüellerin.
80’lerde malum, siyaset tamamen tu kaka edilip, rafa kaldırıldı.
90’larda siyasi islamın dönüşüyle siyaset farklı bir tabanda kendine yer buldu, bir anlamda başarılı da oldu. Bugün AKP’yi iktidara taşıyan süreç o kesimin siyaset yapması.
Ama ne yazık ki bugün iktidar, Tekel işçilerinin eylemi ile “kendini iktidara taşıyan süreci kendine tehlike olarak” görüyor.
Ağır sosyopolitik analizden sonra bu haftaki medya kazasını yazmamızın sebebi hikmetine gelelim.
Türk İş Başkanı’nın, Tekel işçilerinin Ankara’da süren çadırlı eylemine ilişkin yaptığı açıklama, Türkiye’de siyaset yapmanın "ayrıcalıklı bir sınıf işi" olduğu tartışmasını yeniden başlattı.
Çünkü, Türk İş Başkanı Mustafa Kumlu, Tekel işçilerine yaptığı çadır ziyaretinde kadın işçilere şöyle diyor:
“İdeolojik davrandığınızı, politika yaptığınız görsek, haksız olduğunuza inansak, hükümetin yaptığı doğru deriz. Size de evinize gitmenizi söyleriz.”
Mustafa Kumlu, bu sözleriyle “Ben grevin apolitik olanını severim” diyor, besbelli.
Yani “Sizin işiniz hak aramanın ötesine geçerse siyasete girer, siyaseti de ancak ya biz yaparız ya da bizim belirlediğimiz insanlar” demeye getiriyor.
Mustafa Kumlu’nun geçmişiyle ilgili bir not ekleyelim.
Eyüp Can, Referans Gazetesi’nde 6 Şubat tarihli köşesinde, AKP’nin tüzük ve programının Türk-İş’in Konya yolundaki misafirhanesinde yapıldığını hatırlatıyor.
Kumlu o zaman bir sendikacı olarak siyasete buluşmaktan, hatta bir siyasi partinin kuruluş partilerine ev sahipliği yapmaktan beis görmemiş.
O zaman beis görmeyen Kumlu bugün kendisine bağlı işçilerin “hak arama” grevi karşısında “Aman siyasete bulaşırsanız yanınızda olmam” diyor.
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın “Tekel işçilerinin arasına PKK’lılar sızdı” açıklaması ve bu açıklamasını düzeltip, işin içine “şeytan” karıştığını ima etmesi...
Ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Zaten DİSK, KESK gibi sendikaların ne malum olduğu belli” demesi, işçilerin içine “bindirilmiş kıtalar" konduğunu söylemesi...
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Merhamet ettik, hep bu yüzden” sözleri...
Hep “siyasetten ve örgütlü toplumdan korkma devlet geleneği”ne dayanıyor. Tıpkı Nevzat Tandoğan kafası.
SONUÇ
“Siyaset yapılacaksa en güzelini biz yaparız, onun için Ankara’nın ortasına çadır kurmanıza gerek yok” mealindeki sözlere en ilginç yorumlardan biri ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Dağı’dan geldi.
Newsweek Türkiye Dergisi’nde yer alan değerlendirmesinde Dağı, grevin politik olmayanına daha rastlayamadığının altını çizerek, “Yaptıkları bal gibi siyasal bir eylemdir. Ve siyasal bir eylem olmasının da gayrimeşru, gayriahlaki bir yönü yoktur. Sendikaları siyasi pozisyon almamaya zorlarsak, aslında siyasetin alanını da daraltmış oluruz.” diyerek hoca dersi verdi.
* * *
Bir başka ders de sol kesime Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman’dan geldi.
Radikal İki’de yer alan yazısında, Tekel işçisinin çadırının bir siyasi sembol olduğunu söyleyen Keyman, siyaseti unutan sol kesimin bu işçilerden feyz almasını önerdi:
“Mücadeleye katılanların, başörtüsünden başı açık kadınlara, Kürtlerden Alevilere ve Türklere, farklı kimlikleri içermesi, hak mücadelesinin ve emeğin diğer bir deyişle ‘örgütlü toplumun’ toplumsal yaşamda ayrıştırıcı değil, bütünleştirici olduğunu ortaya çıkartıyor.
Örgütlü toplum, toplumsal güven ve istikrarın anahtar kavramlarından birisidir.
Tekel işçilerinin mücadelesini simgeleyen çadır; ‘hak mücadelesi’ ile solun çok uzun zamandır unuttuğu ‘adalet kavramı’ arasındaki ilişkiselliği gösteriyor ve ‘hak mücadelesini ve adalet kavramını toplum yönetimi söyleminin merkezine oturt’ ikazını yapıyor.”
Başbakan, 28 Şubat’ta Tekel işçilerinin çadırlarının yıkılacağını söyledi.
Bir Anadolu atasözünü hatırlatalım:
Öfke gelir göz kararır,
öfke gider yüz kararır!