- İnci Kefali’nin hastasıyız, Taksim Gezi Parkı’ndayız
- Cevapları “sorulayan” gazetecilik
- Siyasette esnaf pazarlığı olur mu? Fifti-fifti
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
Taksim Gezi Parkı olaylarının biraz olsun yatışır gibi olduğu Pazar gününde HaberTürk, Show TV ve Bloomberg TV ortak yayına çıkan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Fatih Altaylı’nın sorduğu şu soru Türk medyasının şahane bir fotoğrafını da çekiyordu;
"Halk da bize kızıyor; siz de bize kızıyorsunuz. Medya nerede hata yapıyor?"
“Medyanın nerede hata yaptığı” üzerine en sıkı etik tartışmaların yaşandığı günlerdeyiz.
Taksim Gezi Parkı’nda sabaha karşı çadırların yakıldığı gün ve ertesinde, haber kanalları patlak veren olayların en sıcak anlarında "Van Gölü’ndeki İnci Kefali" haberine yer ayırmasıyla tarihe geçti. Gerçi sonrasında da penguenler belgeseli ve şizofreni açık oturumlarıyla sürdü gitti bu durum.
Haberi ara sıra “yasak savma” babından yayınlayanlar ise olayı bir “taşkınlık” ve “güvenlik görevlilerinin müdahalesi” olarak yansıtmayı tercih ettiler.
Oysa, aynı saatlerde New York Times olayı “polis saldırısı” diye tanımlıyordu. CNN International muhabiri ise Türk medyasının durumunu şu benzetmeyle Amerikalılara ve tüm dünyaya anlatıyordu;
“Times Meydanı'nın savaş alanına döndüğünü ve hiç haber yapılmadığını duşunun...(!) işte şu an Türkiye'de bu oluyor."
Türk medyasında medya patronları ve yöneticiler bir kaç muhalif yayın dışında bu sınavdan koca bir sıfır alırken, gazeteciler ”gazeteciliği” twitter üzerinden yapmaya çalıştı. Yazamadıklarını "Biz elimizden geleni yapıp hiç olmazsa twitter üzerinden paylaşmaya çalışıyoruz" diyerek twitter’da döktürdüler.
Sadece gazeteciler mi?
Başbakan’ın Fatih Altaylı’ya “İçki içen alkoliktir” dediğini duyan eşi Hande Altaylı, twitter’da “Tut ki alkoliğim. Sana ne” diye yazarak düşüncelerini paylaştı.
Herkesin “haber kaynağı”na dönüştüğü twitter’da kuşkusuz bir çok yanlı, yanlış haber de yayıldı. Ama bu kez yanlı, yanlış haberler hızla yalanlanıp, doğrular paylaştı ve “sosyal medya okurluğu” kavramı da hızla hayatımıza sokuldu.
Dr. Sertaç Doğanay, bir başka sosyal medya kanalı facebook’ta “sosyal medya okur yazarlığı’nın günümüzün en değerli özelliklerinden biri olduğu” gerçeğinin altını şöyle çizdi;
“Gerçeği ve şişirme bilgiyi ayırma, doğru bilgiyi en hızlı şekilde yayma, kritik kişilere kritik bilgileri ulaştırma ancak bazı teknik bilgilere sahip olmakla mümkün. Bu teknik bilgileri biraz zaman harcayarak pek çok yerden bulabilirsiniz.
Herkesin böyle zamanlarda evindeki sütünü, çantasındaki maskesini diğerleriyle paylaşması kadar, önümüzdeki günleri düşünerek bilgisini ve tecrübesini paylaşmasını çok kıymetli buluyorum. Bu teklifim bundan sonraki tüm zamanlar için geçerlidir.”
SONUÇ
Medyanın “duyarsız” ve “zevahiri kurtarma” çabasıyla yaptığı haberlere tepki gösteren bazı gruplar, bazı televizyon kanallarından reklamlarını geri çektiler.
Cem Boyner, Boyner Mağazacılık olarak Gezi Parkı projesinde yer almayacağını duyurdu ve ardından önce Mavi ile Sarar ardından diğer mağazalar bu kervana katıldı.
Yaşanan durumu en iyi özetleyen ise yurtdışından bir medya bakışı oldu.
Türkiye’deki olayları izleyip dönen BBC muhabirinin, “Yaşam tarzı üzerinden örülen Berlin Duvarı” benzetmesine dayanan yorumu şöyleydi;
“Ülke yüzde 50-50 ikiye bölündü. Olayların en önemli sebebi Başbakan’ın kendisine oy vermeyen diğer 50’yi sevmemesi.”
Aslında, bu bakış, Serdar Turgut’un 27 Mayıs günkü köşesinde “Berlin Duvarı” benzetmesiyle şöyle yer almıştı;
“… maalesef duvar dikildi ve ben çarptım ona. Çarpanın da bir tek ben olduğuma inanmıyorum güçlülerin de o duvara çarptıklarını ya da çarpacaklarını düşünüyorum. Sadece şimdilik bunun farkında değiller.”
Her ne kadar hükümet cenahı bu işi “bir çapulcu ayaklanması” gibi gösterse de her kesimden insanın gösterdiği bu tepki, bir demokratik ifade özgürlüğünün parçasıydı.
Tıpkı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın teyid ettiği gibi.