Soma’nın acısı sürüyor. Krizin sözcülüğünü üstlenen Enerji Bakanı Taner Yıldız, faciayı “acı bir tecrübe” olarak tanımlıyor, ders çıkarmaktan söz ediyor.
Tecrübemiz çok ama çıkardığımız bir ders yok. Oysa, dünyanın ta öbür ucundan, Şili’den madenciler “Keşke bizden ders çıkarılsaydı” diye haber salıyor.
Acı tecrübelere yenileri eklenmesin diye “dua” etmenin, olanı “işin fıtratı” diye kabullenip, tevekkül etmenin ötesine geçmek gerek.
Azime ACAR
İTÜ Afet Yönetim Merkezi’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun kriz yönetimi için bir tanımı var, “Kriz değil Keriz Yönetimi” diye...
Neden bu tanımı kullanıyor?
Çünkü, krizler, her şey olup bittikten sonra kurulan kriz masaları, kriz komiteleri ile yönetilmez. Yönetilmeye kalkılırsa hastaneye yaralı taşıma, cenaze kaldırmadan öteye gitmez, onu da doğru yaparsanız.
Peki, ne yapılabilir? Kriz olmadan, riskleri yönetebilmek gerek. Yol belli.
Bir kriz anında uygulamaya konacak planları yapmak, en kötüsünü düşünüp senaryolar hazırlamak, prosedürleri, kuralları oluşturmak ve bunların tatbikatını düzenli yapmak.
Bunu Soma’dan sağ kurtulan ve tekrar madene dönmek zorunda kalanlar için, Türkiye’de kayıtlı 740 işletmedeki 49 bin madenci için yapmak gerek.
Zor mu?
Değil, maliyetlere gösterilen hassasiyeti çalışanın güvenliği için göstersek yetecek.
Şimdi Soma krizinden çıkarılabilecek “iletişim” derslerine bir göz atalım.
Mikdat Kadıoğlu’nun Milliyet’te Pazar günkü köşesinde dediği gibi; “Şayet afet ve acil durumlarda kriz yönetimini doğru biliyor olsaydık, Soma’daki faciada kurbanların yakınları ‘bilgi bilgi’ diye yalvarmazdı.”
BEDEN YALAN SÖYLEMEZ Kİ...
İlk gece...
İçerden çıkacaklar yürekler ağızda bekleniyor, işte kurtarılan bir madenci göründü, iki arkadaşı omuz vermiş, bıraksalar yığılacak, duramıyor ayakları üzerinde. Üçünün de kömür karasına bulanmış üstü başı, yüzleri. Yüzlerde, acı, hüzün, kurtarılmanın sevinci bir arada.
O can pazarından kurtarılan o can, laci elbiseleri, bembeyaz gömlekleri ile sıra sıra dizilmiş Ankaralıların önünden geçiyor.
Kriz sözcülüğünü ilk gününden itibaren üstlenen ve tek başına götüren Enerji Bakanı Taner Yıldız da aralarında… O kravatsız, diğerleri tam takım. Uzaktan, dokunmadan, ifadesiz, sessiz izlerken gönüllerinden, akıllarından ne geçti bilinmez.
Bunu görenlerin aklına ise başında bareti, sırtında kırmızı montu ile 69 gün sonra yeraltından çıkartılan işçisine, sevinçle, yüzünde güller açarak sımsıkı sarılan Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera'nın unutulmaz görüntüsü düştü.
Bu arada medya da fıtratında olanı yaptı ve Bakan Yıldız’ın bir sene önce bu madenin açılışında kullandığı övgü dolu cümleleri arşivden çıkarıp, hatırlattı. Bakanın gözündeki birkaç damla yaşı ise Soma felaketinin beşinci gününde kurtulan bir madenciyi ziyaretinde gördük.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Soma faciası boyunca attığı her adım bir başka kriz yarattı.
Kazadan dört buçuk saat sonra Haber Kameramanları Derneği ödül törenindeydi, klasik pozuyla kamerayı omuzlamış, kameramanları görüntülüyordu. Kameramanlar da onu.
Bu görüntüleri “Son Dakika” haberlerinin üstünde verildi. Ertesi gün Soma ziyaretinde yaşananlar ise Soma’nın acısına tuz biber ekti.
YALAN GÜN GELİR, AYAĞA DOLANIR
Soma, 34 madencinin 69 gün yaşam odalarında yaşatıldığı ve başarılı bir operasyonla kurtarıldığı 2010’daki Şili kazası ile karşılaştırıldı.
Gazeteciler de günler sonra karşılarına çıkan Soma Holding yetkililerine, dönüp dönüp bu yaşam odalarını sordular.
Peki ama gazeteciler neden bu kadar ısrarcıydı, Şili vakasını hatırladıkları için mi?
Sordular, çünkü geçmişte yapılan söyleşilerde söyledikleri çoktan bulunup okunmuştu.
Holding’in Başkanı Alp Gürkan, geçen yıl Nisan ayında Dünya Gazetesi'nden Mehmet Kara'ya “bir kaza anında 500 kişinin 20 gün süreyle yer altında yeme içme ihtiyacının karşılanacağı ve dışarıyla oksijen bağlantısının kurulacağı yaşam odaları oluşturduklarını” anlatmıştı.
Gazetecilerin ısrarlı soruları karşısında, şirket yöneticileri bir varmış, bir yokmuş derken, sonunda pes edip “yaşam odaları yok” dediler. Yarım yamalak olan bir odayı da kaldırdıklarını söylediler. O da yetmedi, patron Alp Gürkan, şu açıklamayı yaptı; “Yaşam odası zorunlu değil, ama olsaydı kimse ölmezdi.”
Alp Gürkan'ın geçmişten ayağına takılan bir diğer konu, Vahap Munyar'a Eylül 2012'de verdiği röportajda "maliyetleri 140 dolardan nasıl 23.80'e düşürdükleri" üzerine söyledikleriydi. İşçilerin yaşam koşullarındaki o iç parçalayan görüntüler, geçmişte gururla anlattıkları maliyet hesapları eşliğinde gündeme taşındı.
İyi günlerde ballandıra, ballandıra anlattığınız, olanı abarttığınız, olmayanı “Nasıl olsa kim bilecek?” deyip söyledikleriniz, kötü günde medya tarafından ısıtılıp, önünüze konur ve söylediklerinizi zorla da olsa yutmak zorunda kalırsınız.
“BİR ÖZEL ŞİRKET” DERKEN...
Soma felaketinin ilk saatlerinde tüm medya kuruluşlarının haberi “bir özel maden şirketi” diye verme gayreti takdire şayandı.
İşe yaradı mı? İşe yaraması mümkün müydü?
Yüzlerce insan yaşamla ölüm arasındayken, bu özel firmanın kim olduğunu medya vermeyince vatandaş merak etmez miydi?
Medya patronları da enerji işi yaptıkları için mi “özel şirket” demekle yetiniyordu?
Sosyal medya “kim bu özel şirket?” diye çalkalanırken, diken.com.tr madenin Soma Hlding'e ait olduğunu belirlemiş, saat 18’de BBC Türkçe, Soma Holding yetkililerine ulaşıp bu bilgiyi doğrulatmıştı bile.
Saatler saatlere eklenip, acılar katlandıkça, internet haberciliğinde “Soma Holding” ile ilgili bilgiler paylaşıldıkça, iş “özel şirket” olmaktan çıkıp, isme-cisme büründü.
Şirket, kazanın dördüncü günü medya karşısına çıktığında, iki saat süren basın toplantıları TV kanallarından kesintisiz canlı yayınlandı, gün boyunca haber kanallarında gösterildi. Ertesi gün gazetelerin birinci sayfalarında boy gösterdi, hem de dünya çapında.
Aslında basın toplantısı, kriz ve risk yönetimi konusunda yapılmayanların açık bir kanıtı gibiydi. Profesyonel bir PR’cı tarafından düzenlenen basın toplantısı tam bir karmaşa idi. Neden mi?
- Yöneticiler, basının karşısına kömür karasından kurtulmak istercesine kar beyazı, önlüğü andıran iş kıyafetleriyle çıktı. Ucuz PR taktiği, ters tepti. Meğerse karalar beyaz, beyazlar karaymış yorumlarına neden oldu.
- Mekan dar, gazeteciler kalabalıktı, gazetecilerin bir kısmı yerlere oturdu.
- Mikrofon koymayı akıl edemedikleri için, yöneticiler TV mikrofonlarının olduğu sandalye için sürekli yer değiştirip durdular.
- Madenin krokisi konuşmacıların omuzları üzerinden arkalarındaki duvara yansıtıldı. Kroki oturanların alınlarına, ayağa kalkıp konuşanların ise yüzlerine yansıdı, tuhaf görüntüler ortaya çıktı.
- Yöneticiler, toplantı boyunca bir oturup bir ayağa kalkarak hiçbir şey anlaşılamayan o kroki üzerinden, ellerine aldıkları sopa ile - çubuk demeye dil varmıyor- anlatmaya çabaladılar.
- Şirketin Genel Müdürü Ramazan Doğru, konuşmasına madenin tarihçesinden girince, bir gazetecinin “Bunları biliyoruz, kazanın nedeni nedir?” sorusuyla açıklamayı kesti. Sonrası sorular boca edildi.
- Gazeteciler günlerdir bölgede, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir maden mühendisi kıvamına gelmişti. Aynı anda herkes soru sormaya çalıştı. Sesini yükseltebilen gazeteciler sorusunu duyurabildi.
- Bu durum, toplantıyı düzenleyen Accord PR’ın sahibi Sema Demiral’ı çok sinirlendirdi. Gazetecilere “Dünyanın gözü bu basın toplantısında, soruların yeterince cevabını alamıyoruz” diyerek ayar çekti. Gerçi, toplantıya katılan yabancı gazeteciler için bir çeviri de yoktu.
- Şirket yöneticilerinden duyulan mesajlar ise şunlardı; “Nedenini bilmiyoruz. Ama ihmal yok.” , “Her şey şahaneydi, ne oldu bilmiyoruz.” , “Üç gündür uyku uyumadık.”
- Nedenini bilmeyip, ihmal olmadığını nasıl bildiklerini ise açıklayamadılar. Zaten, anlattıklarından çoğu da anlaşılamadı.
Bu arada, medyaya ayar çeken PR şirketinin AKP’nin reklam ajansıyla ilişkisine varana kadar seceresi bir saate kalmadan çıkarıldı.
İletişimci olarak krizin içinde bir de katmerli iletişim krizi yarattı. İş, PR şirketinin müşterilerine ve gazetecilere “boykot” çağrısına kadar vardı.
Sonunda, Accord PR, web sayfasında yer alan müşterilerinin listesini kapatmak zorunda kaldı.
OCAKLARDA YANGIN, KALBİMDE ACI VAR
Soma Holding’in basın toplantısına çıkana kadar nasıl bir kriz yönetimi yaptığına ilişkin bilgimiz kısıtlı. Çünkü, gördüğümüz iki zorunlu yazılı açıklamadan ibaret. Bu açıklamalardan ilki isminin anlaşıldığı ilk günün akşamı, ikincisi “neden” ve “sayı” tartışmalarının, söylentilerinin alıp başını gittiği üçüncü günün akşamı.
Açıklamaların ortak noktası, savunma duygusuyla yazılmış olması ve “En yüksek ve sürekli denetim altında olan tedbirlere rağmen” ifadeleriydi.
İstanbul Levent’teki şirket merkezinin önünde günlerce sadece protestocular ve TOMA bekledi. Kapı duvardı, duvarlarda ise protestocuların yazdığı “katil” yazıları.
Bir de facianın ertesi gün kendisine ulaşan Radikal muhabiri Fatih Yağmur’a, Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan’ın söyledikleri vardı;
“Şu an bakanlarımızla beraber toplantı halindeyiz. Bakan Bey ve diğer bakanlar da burada. Onun için toplantı bitmeden herhangi bir bilgi verme imkanım yok. Çünkü bende pek fazla bir şey bilmiyorum... Müsaade edin şu an bakanlarla beraberiz yanımda bekliyorlar…”
Bu arada sosyal medyada da paylaşılan şirket telefonlarını çevirdiğimizde, hiç kimse yanıtlamadı. Üstelik, santraldeki müziğin kaldırılması bile akıl edilmemişti.
Çalan müzik Nilüfer’in “Şimdi çok uzaklarda” şarkısının melodisiydi.
“Caddelerde rüzgar, aklımda aşk var” der şarkı. Ocaklarda yangın, kalbimizde acı vardı.
Şarkının “O da özlüyormuş, çok üşüyormuş, ben olmayınca. Hep ağlıyormuş, ben olmayınca...” sözlerini sanki babasız, eşsiz, oğulsuz kalanlar haykırıyordu.
KRİZİN FITRATI: SÖYLENTİ
Madenciliğin fıtratında “ölüm” yok. Olmadığını Cumartesi günkü Hürriyet Gazetesi’nde “Alman ve Türk Madenci karşılaştırması”nda gördük.
Peki, kriz yönetiminin fıtratında ne var?
Dedikodu, söylenti var. Doğru ve düzenli bilgilendirme yapılmazsa, iletişim boşluğunu dedikodu, söylenti doldurur. Sonra da “medyanın spekülasyon yaptığından” şikayet edilir.
Soma faciasına baktığımızda, bunun en açık örneğini “Madende kaç kişi vardı” sorusunda yaşadık.
İlk saatlerde bir değil, on değil, 100 kişilik bir sapmadan söz ediliyordu. "200-300 kişi" deniyordu.
Kazadan dokuz saat sonra Cüneyt Özdemir, CNNTürk’teki 5N1K programında, “Allah aşkına, kaç kişi, artık bir resmi açıklama yapılsın. 200 mü, 300 mü? Arada 100 kişi var” diye isyan ederken, Fransız Le Monde gazetesi, "Maden Ocağı'nda 550 işçi olduğu bilindiği halde hükümet ve hükümet yanlısı medya 200 işçi de ısrarcı” haberini yayına verdi. Ve, çocuk işçiler, kaçak Suriyeliler söylentileri de başladı.
Gece 24’te Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın ilk açıklamasına kadar, gazeteciler ulaştıkları kamu yetkililerinden sadece “Bakan Bey’i bekliyoruz” yanıtını duydular. Durumun vahim olduğunu tek dillendiren, “kapı önü bilgilerini” aktaran Manisa’nın MHP’li Belediye Başkanı Cengiz Ergün’dü.
“Bilgi verin” diye yalvaran aileler, maden kapısı, yaralıların getirildiği hastane ve ölenlerin taşındığı soğuk hava deposu arasında dolanıp durdular. Duyulan tek şey ise “susun, susun, geri, geri, geri...” talimatları oldu.
Bakan Yıldız, ısrarla madende kaç işçi olduğunu söylemedi, sadece “sıkıntılı bir durum” demekle yetindi. Madendeki işçi sayısını Soma Holding’in basın toplantısının hemen öncesinde açıkladı. Ama, söylentiler zaten o ana kadar kuvvetlenerek yayılmıştı. Bu nedenle, sayılar gazetecileri ikna etmedi.
Madene giren tüm çalışanların isim ve sigorta giriş bilgilerinin yer aldığı listeyi istediler. Şirket vermedi, “Veremem, AFAD’a verdim, bakan beyin izni lazım” dedi. Bakan Bey, “AFAD’ın sitesinde zaten var liste” dedi.
“Tek bir canın o ailenin kıyameti olduğu” unutulup, canların tane ile sayılmaya başladı. Girişinde “Selametle” yazan, çıkışında “Geçmiş olsun” denen bir iş kolunda, sayının tam olarak bilinmemesi bile iş güvenliğinin göstergesiydi.
Arama kurtarma çalışmalarının sonlandırılmasıyla birlikte gazetecilerin maden çevresine girmesi artık yasak. Yasakla birlikte “kaçak ve çocuk işçi” söylentisi de tekrar alevlendi.
KAZAYA ŞAŞIRAN MADEN PROFÖSÖRÜ
Soma faciasının ilk saatlerinde yaşanan o korku, panik ve bilgisizlik arasında gazeteciler, her zaman olduğu gibi uzmanlara başvurdular.
Ancak, yayınlara çıkan akademisyen, maden mühendisi ve sendikacıların çoğunluğunun şirkete övgüler düzmesi sosyal medyada kelimenin tam anlamıyla infial yarattı.
En çarpıcı olanı, maden kazası karşısında şaşıran İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi’nin popüler ismi Prof. Dr. Orhan Kural idi.
Cüneyt Özdemir’in programına konuk olan Kural, “Türkiye’nin en önde gelen en modern ocaklarıdır. O yüzden çok şaşırdık” deyip, üstüne de “Karbonmonoksitten ölüm tatlı bir ölümdür” cümlesini kuruverdi.
Cüneyt Özdemir, Kural’a, Zonguldak Karadon madeninde 30 işçinin ölümünün ardından Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in “Güzel öldüler” demesini hatırlattı ve Twitter’da yağmur gibi yağan eleştirileri aktardı.
Kural, o ana kadar “Cüneyt” diye yaptığı hitabı hızla “Cüneyt Bey”e geçirdi, yanlış anlaşıldığını söyledi, kendini savunmaya çalıştı.
Bir saati bulmadan, Soma Holding patronunun İTÜ Danışma Kurulu üyesi olduğu, 10 gün önce üniversitedeki bir konferansa katıldığı ve “40 yıldır en yeni teknolojiler ve yüksek güvenlik standartları ile madencilikte standartları belirleyen bir şirketiz” sözlerine erişildi.
Neyi, nerede, nasıl konuştuğunu bilmek büyük meziyet. Soma kazası, bir canlı yayında önce Orhan Kural’ın şahsi felaketine, sonra da İTÜ krizine dönüştü.
CNNTürk’ten sonra katıldığı TGRT yayınında günah çıkaran Kural, “Maalesef twitter’da beni idam ettiler, bir sözüm yanlış anlaşıldı, hayatımda sivrisinek öldürmedim, işçiler için böyle bir şey söyler miyim? İnanılmaz idam edildim” dedi.
Ancak, İTÜ’lü geleceğin maden mühendisleri ayağa kalktı. Orhan Kural’a, İTÜ’nün efsane hocası Mustafa İnan’ın "Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın, olur mu çocuklar?" sözünü hatırlattılar.
Kapısına “istifa” yazısını astılar, odasına “baret” bıraktılar ve fakülteyi işgal ettiler. Talepleri, Soma Holding yöneticilerinin Danışma Kurulu’ndan çıkarılması, Orhan Kural’ın da görevden alınmasıydı.
Üniversite, öğrencilerin talebi üzerine Soma Holding'i İTÜ Maden Fakültesi Danışma Kurulu’ndan çıkarıldı. Orhan Kural ise bir açıklama yayınlayarak, hem İTÜ ailesinden hem öğrencilerinden özür diledi.
Sonuç olarak,
İlk günden itibaren, Türkiye’nin bir türlü imzalamadığı Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”nin 176. maddesi gündeme geldi. Ama, Bakan Yıldız arama kurtarma faaliyetlerinin sonlandırıldığına dair basın açıklamasında dahi buna ilişkin bir umut vermedi.
Maden işletmeleri sahiplerine ve hükümetlere önemli sorumluluklar getiren 1995 tarihli o sözleşmeyi bugüne kadar 26 ülke imzaladı, bu yıl Haziran ayında Fas, Temmuz ayında Rusya’da da yürürlüğe girecek.
Her şey olup bittikten sonra Kader-Dua-Tevekkül üçgenine sığınmak yerine, felaketler yaşanmadan yapacak çok iş var.