Sitemizde Ara

Ya sonra... Ne olacak bundan sonra?...

Eski derdimize yanamadan, yeni dertler geliyor peş peşe...

Biz Soma ile dertlenmeye devam edelim. Edelim, çünkü görmek isteyen gözler için öyle çarpıcı dersler var ki…

Bu derslerden biri “Güven” olmalı.


Azime ACAR

Türk Dil Kurumu “güven” kelimesini “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” diye tanımlıyor.

Soma faciasının ardından “aslında madende kaç işçi olduğu” meselesi tam da böyle bir “güven” daha doğrusu “güvensizlik” örneği değil miydi?

Üç gazeteciden, üç güven örneği ile bakalım.
Biri sendikacı, biri psikoloji profesörü ve biri de şirket başkanı ama Soma Holding’inki değil.



KIRMIZI KAZAK GİYSEYDİM...

Soma faciasının altıncı gününe dönelim önce.
19 Mayıs akşamı Ahmet Hakan’ın CNNTürk’teki Tarafsız Bölge programına…

Facia sonrası pek ortalıkta görünmeyen Türkiye Maden İş Sendikası Başkanı Nurettin Akçul.

Ahmet Hakan, peşpeşe soruyor;

- İçerde başka işçi olabilir mi?
- Sizin rakamlarınızla devletin rakamları örtüşüyor mu?
- Suriyeli işçiler olabilir mi?
- 18 yaşından küçük işçi çalıştırılabilir mi?


Sorular karşısında Maden İş Sendikası Başkanı’nın yüzünde alaycı bir gülümseme beliriyor. Ama Ahmet Hakan ısrarcı;
“Size komik veya anlamsız gelebilir ama sokakta bu sorular bize soruluyor.”



Varlık nedeni işçiler olan Sendika Başkanı ne yapıyor, daha doğrusu ne yapamıyor?
Önündeki kağıtlara bakmadan, kaza anında madende kaç işçi olduğunu söyleyemiyor.

Nurettin Akçul’un Soma faciasının ilk saatlerinde bağlandığı canlı yayında, “Özellikle bu firma bu konuda çok duyarlı bir firmaydı. Ben de çok üzgünüm bu manada” dediğini hatırlatalım.

Sendika Başkanı’nın “ortalıkta neden yoktunuz” sorularına verdiği yanıtlar da “güven” duymanın ne kadar mümkünatsız olduğunun bir diğer kanıtı;

- “Kırmızı kazak giymediğim için” görünmediğini...
- “Soma’nın selameti için” seslerini çıkarmadıklarını...
- “13 ilde cenazelerle ilgilenirken” bir de medyaya cevap yetiştiremeyeceklerini...

İPUCU;
Binlerce maden işçisinin sorumluluğunu üstlenmiş bir sendika başkanının, “medyaya cevap yetiştirmeyi, -yani kamuoyunu bilgilendirmeyi- öncelikli işi olarak görmediği” bir ortamda güvenden ne kadar söz edilemez.

Belli ki maden iş kolunda çalışan, binlerce üyesi olan bir sendikanın bir kriz yönetimi ve daha da önemlisi risk yönetimine ilişkin bir hazırlığı yokmuş.


“İNANMAMAYI ÖĞRENDİK”

Şimdi, Soma faciası ardından yapılan canlı yayınlardan bir başkasına gidelim.

18 Mayıs akşamı NTV’de, Ahmet Arpat’ın konuğu psikoloji profesörü Üstün Dökmen.

Arpat, yaşanan güvensizlik ortamının gazetecileri nasıl etkilediğini anlatıp, psikoloji hocasından güvensizliğin nasıl aşılacağına dair bir cevap istiyor;

“Biz oradaydık, gazeteci olarak görev yaptık. Bir güvensizlik var devlete karşı. 301 işçinin hayatını kaybettiği açıklandı, Soma’da kimseyi inandıramıyorsunuz. Resmi açıklamaları haberleştiriyorduk, bizi tabloyu gizlemekle suçluyordu oradakiler. Bu güvensizliğin önüne nasıl geçeceğiz?”

Üstün Dökmen’in cevabı, kulaklara küpe cinsinden;

“Samimi olalım, dürüst olalım. Ben de inanmadım. Bir psikoloji profesörü olarak değil, bu ülkenin yetiştirdiği bir fert olarak ben de inanmadım. Çünkü, inanmamayı öğrendik.”



İnanmamayı öğrenmemize örneği ise Çernobil Nükleer kazasından veriyor. İzleyenlere, Bakan Cahit Aral’ın radyasyon olmadığını kanıtlamak için gazetecilerin karşısında nasıl çay içtiğini hatırlatıyor.

İPUCU;
Kısa vadede söylenen yalanların kokusu uzun vadede çıkar.


BİN DERDİM VAR İDİ, BİR DAHA OLDU

Çernobil demişken, üçüncü vakamıza geçebiliriz.

Malum, Türkiye nükleer için kolları sıvamış durumda. Ve, Akkuyu Nükleer Santralı’nı Rus Rosatom yapacak.

Geçen hafta yapılan St. Petersburg Ekonomik Forumu’nu izleyen Gila Benmayor, Hürriyet’te Pazar günkü köşesinde Rosatom’un peşinden sorularına yanıt almak için nasıl koşuşturduğunu anlatıyor.

Soma faciası olmasaydı, Enerji Bakanı Taner Yıldız da Akkuyu’da nükleer santral yapmaya hazırlanan Rosatom ile birlikte konuşmacılar arasında olacaktı.

Panelin moderatörü, Moskova İşletme Fakültesi Dekanı Andrei Şaronov, Rusya’nın devlete ait enerji şirketi Rosatom’u “Oldukça fazla sır barındıran şirket...” diye tanıtıyor katılımcılara.

Müthiş güven veren (!) bir tanımlama, değil mi?

Gila Benmayor, Rosatom’un başındaki Serge Kiriyenko’nun peşinden soru sormak için koşuşturuyor. Madenler denetlenmezken, nükleerin nasıl denetleneceğini sormak istiyor.

Bir de nükleer atıkları ne yapacaklarını;

“Bay Nükleer bunların ayaküstü konuşulamayacağını, daha sonra görüşebileceğimizi söyleyerek beni danışmanına havale ediyor.”

Sonrası malum, bir yanıt almayı başaramıyor.

İPUCU;
Türkiye’de kamuoyunun yüzde 64’ünün karşı olduğu bir konuda iletişimi “geçiştirmenin” bedeli, güvensizliğin daha da artmasıdır.


VELHASIL KELAM;

İş kazalarında Türkiye dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci...

İşçi kazaları ve ölümler açısından ise Bengladeş ile aynı sırada. Oysa, iş kazalarının yüzde 98’inin önlenebildiği herkesin bildiği sıradan bir gerçek.

Sıradan çünkü, son yıllarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bile bu gerçeği defalarca dile getirmişti. Hatta, en son Soma faciasından bir hafta önce yapılan İş Sağlığı ve Güvenliği toplantısında bile söylemişti.



Zaten Soma’da ortaya çıkan madenci maskelerine baktığımızda bile “önlenebilir” olduğunu anlamak kolaydı.

Bu maskeleri gören Southern West Virginia Üniversitesi Maden Eğitimi Akademisi Başkanı ve aynı zamanda Maden Kurtarma Özel Kuvvetleri’ni yöneten Carl Baisden’in tanımı;

“paçavradan hallice...”

Anlaşılan, “yüzde 98’inin önlenebilir olduğunu” söylemek kolay, yapmak zormuş.
 
Tevekkülün fazlası tedbiri engellermiş.