Sitemizde Ara

  • Azime ACAR


"Kuş gibi" yakalanmaktan korktuğumuz KUŞ GRİBİ gelmişti işte...
Dünyada milyonlarca kişinin ölümüne neden olması bekleniyordu... 
Amerika'da yayılmasından korkan George W. Bush, Kongre'den salgın halinde Silahlı Kuvvetleri kullanmak için kendisine yetki verilmesini bile istiyordu... Ve, henüz ABD'ye ulaşmamıştı bile.

Bizde mi?
Önce kamu yetkililerine göz atalım.

Hükümet "olayı büyütmeme" çabası içindeydi.
RAHAT OLUN çağrısı yapılıyordu hafta boyunca. 
Kameralar karşısında tavuk, yumurta yiyip, "bakın bir şey yok" demeye çalışılıyordu.
Ama, resmi açıklamalara karnı toktu kamuoyunun.
Akıllara Çernobil sonrası kameralar karşısında çay içen sanayi bakanını düşürüyordu tüm bu çabalar.

Uzmanlarda ise her kafadan bir ses çıkıyordu.
Ne yenip, ne yenmeyecekti, kaç derecede pişirilecekti? 
Birbiriyle çelişen bilgilerle kafalar iyice karışıyordu.
Tavukçular sayfa sayfa ilanlarla "garanti" veriyorlardı.
Ama, kamuoyu güvensizdi bir kere... Nedense "kandırılıyor muyum?" hissinden kurtulamıyordu.

Peki, ne yapılabilirdi derseniz... Aslında, hafta boyunca köşe yazarları köşelerinde bunun ipuçlarını çok güzel veriyorlardı;
- Sürekli ve düzenli ve "gerekli dozda" bilgilendir
- Ama bunu yaparken yalan söyleme... gerçekleri çarpıtma
- İnsanların endişelerini dikkate al
- Ve, yasak savma adına değil, ikna edici bilgiler ver
Hepsi buydu... Ama, bu sefer de olmadı

* * *

Yetkililerin, resmi açıklamalara çoktan güvenini kaybetmiş bir kamuoyu ile karşı karşıya oldukları gerçeğini görmezden gelmesi.

Başbakan'ın Meclis Başkanı tarafından verilen iftar yemeğinde tavuğu afiyetle yemesi, üstelik gazetecilere de yedirme çabası.

Ve, akıllara düşen Çernobil sonrası basın mensuplarına "çayımız temiz" demek için keyifle çay içip poz veren Sanayi Bakanı Cahit Aral görüntüleri,

Üstelik, Karadeniz'in hırçın çocuğu, etnik rock'un önde gelen ismi Kazım Koyuncu'nun kanserden ölümü üzerinden daha birkaç ay geçmişken.
Ölümüyle, 19 yıl sonra gündeme bir kez daha gelmişti Çernobil ve Karadeniz'deki kanser vakalarındaki artış...
Günlerce, kamuoyunda yeniden tartışılmıştı.

İşte tam da bu yüzden, resmi yetkililerin, "rahatlatmak!" için yaptığı açıklamalara, tavuk, yumurta yemelere kamuoyunun "karnı tok" denebilirdi... Yalancı çoban örneği, doğru yapılanlar, doğru söylenenler de güme gidiyordu.

Başbakan, her vesile ile yaptığı konuşmada, "Endişe ve korkuya mahal yoktur" diyordu.

Hükümet sözcüsü Cemil Çicek, "Gribi abartmamak gerek" derken, Tarım Bakanı Mehdi Eker "Her şey kontrol altında" açıklamaları yapıyordu.

Ama, aynı Tarım Bakanı, sürpriz şekilde bir TV kanalında canlı yayında önüne konan tavuğu yemeyi reddediyordu... Anlaşılan Tarım Bakanı, Başbakan kadar gözü kara değildi.

Açıklamaların bıraktığı izlenim, turizm ve tavukçuluk sektörünü kurtarabilmek, satışların düşmesini engelleyebilmekti sanki.

Tarım Bakanı Mehdi Eker, gazetelere verdiği demeçte "Abartır, panik havası yaratırsak, hem tavukçuluk hem turizm sektörü zarar görür" diyordu.

UZMANLAR HER TELDEN...

Uzmanlar cephesinde ise ilgili ilgisiz herkes bir şeyler söylüyor, insanların kafası daha da karışıyor, endişeler daha da artıyordu.
19 yıl önce "çayınızı kaynatın için" dendiği gibi, bugün de "tavuğu iyice pişirin" deniyordu.
Kimine göre 70 derecede virüsler ölüyordu, kimine göre 80 derecede.
Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı ise "70 derece bile virüsü öldüremez" diyordu.
Hangisi doğruydu???

Yumurta da benzer durumdaydı.
Yumurtada sorun yok diyordu kimisi... Ya da tehlikesiz ama yine de kaynatın diye ekliyordu. 
Kimisi sıcak sularla sabunlayıp, yıkanıp öyle dolaba koyun diyordu.
Kısacası, açıklamalar güven vermekten, ikna etmekten uzaktı.
Oysa, köşe yazarlarının yorumları bile yetkililere pek çok ipucuyla doluydu.

LİVANELİ: GERÇEĞİ ÇARPITMAMALI

Önce Zülfü Livaneli'nin Vatan'daki köşesinden bir öneri ve yetkililerin ders çıkarabileceği bir yaklaşım;

"Kuş gribi ciddi bir tehlike. Bir anda global bir felâkete dönüşme olasılığı bulunan korkunç bir hastalık. Yabancı televizyon kanallarında, hastalığın bundan önce dünyayı sarsan İspanyol gribiyle büyük benzerlikler gösterdiğini söyleyen bilim adamlarını izledim. İnsanın kanını donduracak şeyler anlattılar.

Hükümetin ve Sağlık Bakanlığı'nın bu işi sıkı tutması, hemen bir kriz masası oluşturması ve halkı yatıştırmak için
(bundan önceki radyasyonlu çay örneğinde görüldüğü gibi) gerçeği çarpıtmaması gerekiyor.

Peki kişi olarak biz ne yapabiliriz? Uzmanlar bunu bize anlatacak ve alacağımız önlemleri söyleyecek. Ama ben hemen bir öneride bulunmak istiyorum. Gelin şu öpüşme huyumuzdan vazgeçelim. Madem bu kadar ağır birsalgın tehlikesi içindeyiz, öpüşmeyi bırakarak ilk önlemimizi alabiliriz."


BABAOĞLU: BİZDE GÜVEN Mİ KALDI?

Vatan'dan Haşmet Babaoğlu ise iletişimin bir başka önemli ilkesine, YALAN SÖYLEME ilkesine dikkat çekiyordu;

"Dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral vatana millete büyük iyilik yaptığını düşünerek medyanın önünde göğsünü gere gere çayını içmiş, 'tehlike yok' demişti. Hatta başka bir konuşmada iyice abartıp işi radyasyon övgüsüne dökmüştü.

Sonrası o günden, yani 1986'dan bugünlere kadar süren bitmez tükenmez kuşkular, gerçekliği sınanmamış söylentiler, resmi açıklamalara güvenini kaybetmiş bir kamuoyu ve Karadeniz'de artan kanser vakaları...

Şimdi Tanm Bakanı Mehdi Eker, aslında Aral'ınkine kıyasla detaycı ve düzgün bir açıklamayla
'Veteriner kontrolünde ve usulüne uygun pişirilen tavuğu yerim' dediğinde ona güvenen, inanan, içi rahatlayan var mı? Sanmam.

Hatta tersine etki yaratıyor, güvensizliği kışkırtıyor bu tür açıklamalar. Çünkü toplumsal hafızamız yara almış bir kere ve o yara çoktan iltihaplanmış...O yüzden bugün iktidar çok hassas, çok özenli davranmak zorunda!

Kesin ilke şudur: Henüz tam açıklığa kavuşmamış bir hastalık konusunda iktidarlar bir süre sesiz kalabilirler. Ama asla yalan soylememeli ve işi laubaliliğe vurmamalıdırlar..."


TURGUT: "TÜRKLERE SÖKMEZ"

Serdar Turgut, Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde, "Bu virüs Türklere sökmez" derken, konuyu hafife alanları hafife alıyordu:

"Dün bir fotoğraf gördüm. Bir adam grip olduğu iddia edilen bir hindiye sarılmış, şapur şupur öpüyordu. İşte o adam bile grip kapmıyor, kapamıyor.

Bu kuş gribi denilen şey yarın Amerika'da ortaya çıksa en azından bir milyon kişi ölür, Türk insanı ise sadece biraz hapşırarak bunu atlatacaktır. Çünkü işin vahametiyle ilgilenmeyecektir. Bu dünyada ileride bir öldürücü salgın nasıl olsa yaşanacak ve Avrupa nüfusu toptan ortadan silinirken sadece Türkler ayakta kalacak ve ulusalcıların hayalleri sonunda gerçekleşecek, sonunda tüm dünya Türk olacak."


GÖKTÜRK: RAHATLAMAYA ÇALIŞIYORUM... NAFİLE...

Gülay Göktürk aynı gün Bugün'deki köşesinde, niye açıklamaların rahatlatamadığına ebeveyn-çocuk ilişkisi örneğiyle açıklıyordu;

"Kuş gribi ortaya çıktığından beri, 'dur, önyargılı olma, belki bizim devlet de adımlar atmıştır artık; bak, hazırlıklıyız, tehlikede değilsiniz, bütün önlemleri aldık, deyip duruyorlar' diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Ama nafile... Bir türlü iç huzuruyla arkama yaslanıp, öyle diyorlarsa öyledir, diyemiyorum.

Hani anne babalar en vahim durumlarda bile refleks olarak hep
'Bir şey yok, bir şey yok' derler ya çocuklarına; böyle zamanlarda bizim devlet de tam öyle davranır. Tek derdi bizi sakinleştirmek, avutmak olur hep. Kimisi çıkıp TV ekranında çay içer, 'bak bana bir şey olmadı' diye; kimisi 'tavuk yiyin bir şey olmaz' buyurur.

Ama vatandaşa çocuk muamelesi yapma refleksinden kurtulmanın, sakinleştirici
'baba' rolünü terk etmenin vakti gelmedi mi hâlâ? Aslında böyle durumlarda bizi sakinleştirecek tek şey, Sağlık Bakanlığı'nın Manyasta karantina uygulamasını dört dörtlük yürütüp yürütmediğini, yeterli ilaç stoku olup olmadığını, yoksa ilaç siparişini vaktinde verip vermediğini bilmektir sadece."

DENİZ GÖKÇE: VATANDAŞI BİLGİLENDİRME BİLİNCİ YOK

Deniz Gökçe, Akşam'daki köşesinde "vatandaşa gerekli dozda bilgilendirilmediği" gerçeğine dikkat çekiyordu:

"Geçen salı günü, NTV'nin Ekodiyalog programında kuş gribini gündeme getirirken, bir doktor mesaj gönderip, 'Bunlar iktisatçı, kuş gribini neden konuşuyorlar?' gibi bir eleştiri getirmişti.

Cevap basit: Doktorlar, meslek kuruluşları ve sağlık görevlileri, nükleer çay konusunda olduğu gibi, vatandaşı gerekli dozda bilgilendirmeyince, bu göreve başkaları soyunur. Biz çok gerekli bir medya hizmetini, hem de tam sorumluluk içinde yaptığımızı düşünüyoruz."