Başlıktaki sorunun cevabını Güngör Mengi, Vatan Gazetesi'nde 8 Mayıs tarihinde yayınlanan yazısında veriyor; "Gazeteciden sırdaş olmaz."
Geçen haftanın tekziplerle süslü medya kazasına yol açan olay örgüsü, Can Paker'in evinde verdiği ve Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı yemek ve sonrasındaki açıklamalarla başladı.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı TESEV Başkanı Can Paker, önceki Cumartesi akşamı evinde, çoğunluğu medya mensuplarından oluşan bir gruba, Başbakan'ın da katıldığı bir yemek düzenledi.
Yemeğin belki de tekzip edilmeyen tek tarafı mönüsü oldu.
Başbakan, bu yemek sırasında, meşhur gardını düşürüp, gazetecilerle bir anda dost sohbetine dalıp, siyasi sırlarını paylaştı.
Yemeğe katılan gazeteciler Can Paker'in yakın arkadaşları. O yüzden, Paker dostlarına sıkı sıkı tembih edip, "Aman, burada konuşulanların hepsi'off the record'dur. Hiçbir yerde yazılmaması çok önemli" diye eskilerin deyişiylesıkıladı.
Can Paker, her lafın üzerine iki kere düğüm attı ama gazeteci bu. Başbakan'ın açıklamalarının "kamuoyunun öğrenmeye hakkı olan bilgilerden oluştuğu" kanaatine vardı. Ve, gazetecilik saiki devreye girdi.
Başta Kanal D Ana Haber Bülteni Anchorman'i Mehmet Ali Birand ve HürriyetGazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, gazeteci arkadaşlarını konuşturup,"içerden bilgileri" yazdılar.
Atlamış olanlar için yemeğe katılanların isimlerini hatırlatalım; Mehmet Barlas, Ergun Babahan, Nazlı Ilıcak, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Taha Akyol, Mustafa Karaalioğlu, Cem Duna, Ethem Sancak...
Yemekteki gazeteci mönüsü kadar, gazeteciler için lezzetli olan bir başka şey daha vardı ki o da Başbakan'ın sözleri.
Başbakan, AKP kapatma davasından, Sabah ve atv'nin satışına, her konuda antreden tatlıya kadar ağız sulandıran bir sunum yapmış.
Başbakan'ın büyük gürültü koparan sözleri ise şunlar; "Benim atv-Sabah grubu satışına müdahale ettiğimi söylüyorlar, etmedim. Zaten şirket pahalıya satıldı. Ben müdahale etsem, daha ucuza sattırırdım."
Erdoğan, kimsenin kayıt yapmadığından ve not tutmadığından emin, ileride başını ağrıtacak bu sözleri gazetecilerin önünde sarfetmiş. İddialar bu yönde
Vatan Gazetesi Başyazarı Güngör Mengi, gazetecilerin böyle durumlardaki ruh halinibakın nasıl izah ediyor;
"Gazetecinin bu önemdeki bir haberi okurlarından saklamaya hakkı olabilir mi? Mesleki olarak tartışmaya değer ama zaten hayatın pratiği sorunu çözmüştür. Davete katılan gazetecilerin eksik bıraktığı görevi, onları konuşturan meslektaşları yerine getirmiştir. Öbürleri de konuşarak ambargoyu aşmanın işbirliğine gönüllü olmuşlardır."
Güngör Mengi gazetecinin, yazılmamak kaydıyla söylenen bir ifadeyi başka bir arkadaşının kulağına üfleyebileceğini ne güzel anlatıyor.
Kulağına üflenen gazeteciler, Birand ve Ertuğrul Özkök'ün yazıları iseBaşbakanlık'tan üç kez tekzip yedi.
Tekziplerde, Başbakan'a atfedilerek kullanılan ifadelerin 'latife'den ibaret olduğu'savunuluyor ve 'yapılan yorumların basın meslek ve ahlak ilkeleriyle bağdaştıralamadığı' belirtiliyor.
Başbakanlık resmen yemeğe katılan gazetecilere "Siz bu haberleri sızdırarak, basın meslek ve ahlak ilkelerine karşı hareket ettiniz" deyip, bir de ders veriyor.
En son tekzipte ise "basın meslek ve ahlak ilkeleri" ifadesindeki "ahlak" sözcüğü çıkarılıp, tekzip öyle verilmiş.
Başbakanlık belli ki kantarın topuzunu kaçırdığını düşünmüş.
Nitekim, Birand, Posta Gazetesi'ndeki köşesinde, Başbakanlığın iletişim stratejisindekisorundan bahsediyor;
"Ya biz bilmeden bir nasıra bastık, hala bu nasırı çözebilmiş değilim. Veya Başbakanlığın iletişim stratejisinde bir sorun var."
Güngör Mengi, Başbakanlık Basın Merkezi'nden yapılan açıklamayı değerlendirirken, açıklamadaki "Yoruma konu yapılan meselelerin sohbet sırasında konuşulmuş olması, sayın Başbakan'ın atfedilen ifadelerin doğru olduğu anlamına gelmemektedir." sözünün altını çiziyor ve soruyor;
"Peki yalan olduğu anlamına gelmekte midir? Cevabı yok. Aslında hayırlı bir tecrübe yaşadık. Siyasi iktidar gazetecilerle sır paylaşılamayacağını, sağlıklı iletişimin şeffaflık olduğunu dilerim öğrenmiştir. Yazılmamak şartıyla haberlerin verileceği hiçbir toplantıya hiçbi siyasetçi beni çağırmasın."
SONUÇ: Yemeği düzenleyen TESEV Başkanı Can Paker'in, Milliyet Pazar'a verdiği röportajda, gazetecilik mesleği ile ilgili kafa karışıklığının hala sürdüğünü görüyoruz.
Can Paker, "Röportajda arkadaşlarımı da çağırırım, hoş bir gece geçiririz dedim, Başbakan da kabul etti" diyor. Röportajı yapan Miraç Zeynep soruyor;
- Neden davetlilerin hepsi basından? - Niye hepsi basından olsun, Ethem Sancak da vardı. - O da medya patronu. Basın sayılır. - Neden sayılsın, işadamı. Benim kaç senelik arkadaşım. Ne yapayım, basına bulaşmamış arkadaşım yok. Kızkardeşim Canan Barlas, eşi Mehmet Barlas da basın mensubu. Arkadaşlarım da öyle oluşmuş. - Bu yemeğe davet edecek, doktor ya da tiyatrocu bir arkadaşınız yok mu? - Var tabi, ama katılanlar daha çok siyasete yatkın insanlar olsun diye düşündüm.
Belki bu tür beyin fırtınası estirecek toplantılarda gazetecilerin dost veya arkadaşsıfatıyla da olsa yer almasının "sakıncalarını" tespit etmiş bir kurumdan örnek verelim.
Kurumun adı Encümen-i Daniş. Türkçe meali Danışma Kurulu.
Aktüel Dergisi'ne konuşan kurulun başkanı Necmettin Karaduman, kurulun çalışma prensiplerinden bahsederken, siyasetçilere de ders veriyor;
"Mazisi 1940'ların sonuna uzanan 50 yıllık bir düşünce kuruluşu. 15 günde bir Moda Kulübü'nde toplanır, memleket meselelerini görüşürüz. Toplantılar basına kapalı. Ne konuştuk, ne kararlar verdik, duyurmayız. Çünkü politikanın içinde fazla gözükmek istemeyiz. Ama çok önemli gördüğümüz meseleleri rapor halinde Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve Meclis Başkanı'na göndeririz. İçimizde siyaset adamları, eski büyükelçiler, eski genelkurmay başkanları var. 30 kişiyiz. Toplantılara üyelerin katılma zorunluluğu yok ama genelde herkes katılır."
Başkan Karaduman, 30 kişilik toplulukta eski de olsa bir medya çalışanını saymıyor, dikkatinizi çekeriz.
Gizli kalmak kaydıyla, toplantı yapıldığında, eski de olsa bir gazetecinin refleksini kaybetmeyeceğini belli ki biliyor.