- Bir magazin programındaki ilişkiler nasıl uluslararası ilişkilerde krize dönüştü?
- Grey's Anatomy’nin “penis kırılması” konuşulurken, “dil kırılması” nasıl yaşandı?
- Atilla Olgaç, “samimiyet” tuzağına mı düştü?
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
Hiç kimsenin aklına bir magazin programından ülkeler arası bir krizin çıkacağı gelmemişti. Bu da oldu sonunda…
Magazin programları, sabah kadın programları, kadınların televizyon başında hoşça vakit geçirip, zararsız dedikodu ile hayatlarını doldurmayı amaçlayan, etliye sütlüye dokunmayan türden programlardır aslında.
KanalTürk’te yayınlanan, Müge Dağıstanlı ile Gülşen Yüksel’in sunuculuğunu üstlendiği “Orada neler oluyor?” adlı program da bu tür yapımlardan biri.
Amacı da kadınlara hoş vakit geçirtip, magazin dünyasındaki ilişkileri iletmek.
Programın “ilişkiler”den kastı, uluslararası ilişkiler değil kesinlikle.
Geçen hafta, Ergenekon’un 11. gözaltı dalgasına, Obama’nın yemin töreni karışmış, hatta Obama’nın yemin töreninde aralarında çellist Yo-Yo Ma ve kemancı Itzhak Perlman’ın da bulunduğu dünyaca ünlü müzisyenlerin “aşırı soğuktan dolayı playback yaptıkları” ortaya çıkmıştı.
Dahası, Grey's Anatomy adlı dizinin son bölümünde yaşanan “penis kırılması” ile bir anda “penis kırılması” kavramının Google’da en çok arananlar listesinde tepelere çıkması bile Türkiye’de yaşanan “dil kırılması”nın gerisinde kaldı.
"Dil kırılması"nın sahibi Kurtlar Vadisi’nin ‘Kılıç’ lakaplı ünlü tiyatro oyuncusu Atilla Olgaç.
Olgaç, KanalTürk’teki etliye sütlüye dokunmayan magazin programının konuğuydu, geçen Perşembe günü.
Programın rehaveti içinde ve bir de etrafının belli ki fazlasıyla kadın kalabalığı oluşturmasından olacak, Olgaç kantarın topuzunu resmen minareye vurdu.
Olgaç, programın tatlı tatlı giden akışı içinde bir anda şu sözleri sarf ediverdi;
“Kılıç karakteriyle senaryo gereği adam öldürdük. Ama ne yazık ki bu vatan için ben gerçek hayatta 10 kişiyi vurdum. Rüyamdan çıkmıyor. Uzun süre psikolojik tedavi gördüm. Bu yüzden hâlâ et yiyemiyorum. Kan göremiyorum. Aklıma öldürdüğüm çocuklar, kokmuş cesetler geliyor.”
Kılıç, bu sözleri sarf ederken, program yapımcılarının yüzündeki dehşetle karışık şaşkınlık havası ekranlara yansıyordu.
Hatta yapımcılardan bir tanesi “Nasıl” derken, Olgaç sözlerini sürdürdü;
“Komutana ‘Yapamam, adam öldüremem, ben sanatçıyım’ dedim. 'Burada sanat bitti. Burası gerçek hayat, savaş. Emir verdim mi öldüreceksin' dedi. İlk öldürdüğüm çocuk 19 yaşında, esir düşmüş bir askerdi. Silahı yüzüne doğrulttuğumda yüzüme tükürdü. Alnından vurdum, öldü. Daha sonraki çatışmalarda 9 kişiyi daha öldürdüm. Öldürdükten sonra gidip karargâhta ağlıyor, ertesi gün yine öldürüyordum. Rüyamdan çıkmıyor. Uzun süre psikolojik tedavi gördüm.”
Sunucular, “Ama öldürdüğünüz 19 yaşındaki çocuğun herhalde eli silahlıydı değil mi?” diye Olgaç’a vaziyeti kurtarması için bir fırsat da yaratmaya çalıştılar. Ama Olgaç, deyim yerindeyse konuşmanın şehvetine öylesine kapılmıştı ki vitesten atmış kamyon gibi yokuş aşağı gidiyordu.
Olgaç’ın sözleri, ertesi gün önce üçüncü sayfa haberlerinde yer aldı, sonra manşetlere taşındı.
Hürriyet “Bir sen eksiktin” diyordu manşetinde.
Olgaç, olayın uluslararası hukuk boyutunu, daha doğrusu Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanma olasılığını ve Türk-Yunan ilişkilerinde yaratacağı kaosu belli ki hiç ama hiç düşünmemişti.
Ertesi gün, yaptığı işin farkına varıp, “Ben aslında senaryo yazdım, yok böyle bir şey” demeye getirdi ama Rum ve Yunan basını, kabuğu kaldırılan yaraya tuz dökmeye başladı.
Rum ve Yunan basını, “Ankara sanık sandalyesinde” manşetleri atarken, Avrupa Mahkemesi eski hakimi Lukis Lukaydis, Olgaç'ın itirafını Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı.
Kıbrıs Rum kesimi Başsavcısı Petros Kliridis ise soruşturma açılması için Türk makamlarına çağrıda bulundu.
Özetlersek, sabah magazin programından ortaya dört başı mamur bir kriz çıktı.
Bu arada tabi ki Atilla Olgaç’ın Kıbrıs defterleri de incelemeye alındı.
Olgaç’ın birinci harekata hiç katılmadığı, ikinci harekatta da Lefkoşa’daki Türk Alayında mutfakta ve kantinci olarak çalıştığı anlaşıldı.
Eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın da danışmanlığı yapan Doğu Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Hilmi Özen, Atilla Olgaç’ın ailesinin kendisinden torpil istediğini, şu sözlerle açıkladı;
"Savaştan çok korkuyordu. Bırakın çatışmaya girmeyi, eline silah bile vermediler. Keza Ağustos 1974’te daha birinci harekat yeni yapıldığında askerliğini Lefkoşa’daki Kıbıs Türk alayında yapıyordu. Bu alay harekat boyunca hiç çatışmaya girmedi, sadece bölgesini korudu."
Olgaç’ın durumu kurtarmak için yaptığı açıklamaların şahikası ise Rum televizyonunda “Kuran üzerine” yemin etmesiydi.
Sigma televizyonuna, Kuran-ı Kerim üzerine yemin ederek “söylediklerinin gerçek olmadığını” belirten Olgaç’ın “sözlerini değiştirmesinin baskı ile olduğu” Rum ve Yunan basınının genel inancı.
SONUÇ
Vatan Pazar ekinde Mutlu Tömbekici, Atilla Olgaç’ın medya kazasına farklı bir pencereden bakıyor.
“Sadece kurşunu yiyen değil, atan da ölür” başlıklı yazısında Türkiye’nin içine girdiği çatışmalarda bizzat savaşanların ruh hallerini sorguluyor;
“Kim kimi yenmiş, zafer kiminmiş değil. Ahmet’in Mehmet’in travmasıdır savaş.
Bana garip gelen Atilla Olgaç’ın yaşadıklarını bütün samimiyetiyle anlatması değil, on binlerce insanın ANLATMAMASIDIR.
Atilla Olgaç 'insan öldürmekten' etkilenen tek kişi değil herhalde.
Ülkemizde 30 küsur yıldır neredeyse hiç aralıksız, çok ama çok kötü bir 'şey' yaşanıyor ama böyle açıklamaları neredeyse hiç duymuyoruz.
Sorun şu ya da budur, o haklıdır bu haksız, yapılması gerekendir veya değildir değil mesele. Sorun şu: Savaşın gerçek 'kurbanlarından' kimse söz etmiyor.”
Tömbekici, yazısını şu sözlerle tamamlıyor;
“Tek kaygım bu samimiyeti nedeniyle Atilla Olgaç’ın başına bir şeylerin gelebilecek olması.
Umarım samimiyetinin ve 'insanlığının' cezasını çekmez.”