- “Gazeteci ima etmez yazar”… Ha bu bize ders olur mu?...
- Yıldız Kenter ve Yaşar Kemal’in sohbeti nasıl manşet oldu?
- Haberin seksiliğini ne öldürür? Haberin dekoltesi nerede?
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
İki duayen ismin geçtiğimiz hafta “başına” gelenler, Türkiye’de gazetecilik üzerine çok ciddi bir tartışmayı da alevlendirdi.
Duayen isimlerden ilki hocaların hocası diye anılan 80 küsur yaşındaki ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Yıldız Kenter.
Bebek sahilinde sabah yürüyüşü sırasında yaptığı serzenişin “medya etiği” tartışmasına yol açacağını herhalde bilemezdi.
Sabah Gazetesi’nin Günaydın ekinde Öner Öngün imzasıyla yayınlanan habere göre Yıldız Kenter “ayaküstü” şöyle ifadeler kullanmıştı:
"67 yaşını geçtiğim için konservatuardan aldığım maaşı kestiler. Bankaya gittiğimde 'Size para yok' dedikleri an yıkıldım. Parasız kaldım! Parasız kalan insanlar ne hissederse, onu hissettim. Şu an 600 lira emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorum."
Sabah Gazetesi, devlet sanatçısı Kenter’in bu haberini “daha da seksi kılmak” için şu başlıkla veriyordu;
“600 liralık devlet ‘Yıldız’ı”
Ertesi gün bütün yayın organları bu haberi yorumlarını da ekleyerek okuyucularına duyuruyordu.
Ama, haber karşısında duayen sanatçı o kadar öfkelenmişti ki başta Kültür Sanat’ın duayen ismi Hürriyet Gazetesi yazarı Doğan Hızlan olmak üzere bütün medyaya bu kez “basına serzeniş”te bulunan bir mektup yolladı;
“Nasıl olur da basın organlarının neredeyse tümü, bir telefon açıp da bana bir tek soru yöneltme gereğini duymadı. İnanamıyorum.”
Akıl yürütmek gerekirse belki de Yıldız Kenter gazeteci olduğunu bilmeden Bebek’te bir sahil yürüyüşü sırasında birilerine dert yandı. Ya da dert yandığı kişiler bu derdini kendilerine görev bilip gazetecilerin duymasını sağladı.
Sonuçta ortaya medya etiği tartışmalarına yol açan haberler çıktı.
Ikinci örneğe gelirsek…
Yine bir duayen isim: Yaşar Kemal.
Yine gazeteci ile “ayaküstü” muhabbet veya sohbet.
Osmanlı tahtının son varisi olarak anılan Ertuğrul Osman’ın cenazesi sırasında ünlü yazar Yaşar Kemal, gazetecilerin “Ertuğrul Osman'ın nasıl bir insan olduğunu” sormaları üzerine şöyle konuşmuş:
“Sultan Hamit'in yerine daha iyi padişah olurdu, muhteşem padişah olurdu. Cumhuriyet olmasaydı başımıza bela. İyi bir adamdı. Beraber 15 - 20 gün bir yerde kaldık, dosttuk."
Yaşar Kemal, belli ki meslektaşlarının yaptığı bu espriye over reaction göstereceğini hesaplamamıştı. Söylediklerinin medyada yankı bulması üzerine Habertürk Gazetesi’ne kendini şöyle savunmak zorunda kaldı:
“Dostluk anısına katıldığım cenazede, olaya bir politik hava vermeye çalışarak, üstüme gelen kameralara ‘Ben de gazeteciyim. Cenazede böyle sorular mı sorulur' dedim. Sonra da o öfkeyle, 'Ne dememi istiyorsunuz? Abdülhamid’den daha iyi padişah olurdu, bu cumhuriyet belası olmazdı. Böyle dememi mi istiyorsunuz?' dedim galiba. Bunu da ciddiye alan gazeteci varsa, gazetecilik adına üzülürüm.”
SONUÇ
Iki duayen ismin ayaküstü sohbetinden hülasa ettiğimiz medya kritiği tartışmalarını fırsat bilen Radikal Gazetesi Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, “Türkiye’deki gazetecilik üzerine beyin fırtınası” başlattı köşesinde.
Berkan, “Gazeteci ima etmez, yazar” kuralını hatırlatırken, gazetecilik mesleğinin temel reflekslerinden bir tanesi de anımsatıyor:
“Haberde mutlaka ‘karşı taraf’ın görüşü de yer almalı, habere konu olan olay bir de o ‘taraf’'ın penceresinden anlatılmalı. Bu kuralın uygulandığını (bu gazetede yayımlanan bazı haberler dahil) pek az haberde görebiliyoruz. Genellikle haberler bize tek taraflı bir kaynaktan iletilen bilgiler şeklinde.
Bazen karşı tarafın, yani haberde suçlanan veya itham edilen tarafın görüşlerini esas haberden bir-iki gün sonra, genellikle de farklı bir gazetede okuyoruz. Bu, maalesef gazetelerimizi genellikle çok zor durumlarda bırakan bir uygulama.
Haberde suçlanan veya itham edilen kişi ya da kuruluşların aynı haber içinde kendilerini savunma imkânı bulamamaları uygulamasının bu denli yaygın olmasının türlü çeşitli sebepleri olabilir.
Ama galiba en yaygın sebep, ‘Görüş alırsak haberin seksiliği azalır’ şeklinde anlatılan sebep. İşte bu çok vahim. Yani çoğu gazeteci ve editör, haberin yanlış veya haksız olabileceğini peşinen kabul ediyor.”
İsmet Berkan, gazeteciliğin “insanı kırma mesleği olmadığını” söyleyerek, Yıldız Kenter’in başına gelenin üzerinden “ha bu bize ders olsun” meali bir sonuç da çıkarıyor.