- Hürriyet’in Okur Temsilcisi’nden “Muhabirin iç dünyası”
RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı
Geçen hafta sizinle bir mektup paylaşmıştık. Uludağ’da “tek başına” mahsur kalan bir yönetici “medyanın başına gelenleri izleme ve yansıtma biçiminde aklına takılanları” bize sormuştu.
İşte o mektup üzerine aldığımız geri dönüşler çarpıcıydı. En önemlisi kuşkusuz “Hırsızın hiç mi suçu yok?” sorusuydu bizim için.
Bir diğeri ise “Medya haberleri yaparken hatalarının insanların hayatında ne fırtınalar kopardığını umursamazlar mı?” sorusuydu.
“Kontrol edilmeden, doğrulanmadan yapılan haberlerin” habere konu olan insanları nasıl etkilediğine dair yaşanmış hikayeler paylaşıyorlardı mektuplarında;
“Basında çıkan yalan yanlış haberler, yorumlar geride kalanları nasıl üzüyor hiç düşünmüyorlar mı?
Bir kere basıldı mı yayılmasını da önleyemiyorsunuz.
Aradan yıllar geçiyor ama zaman zaman hortluyor ve tekrar tekrar karşınıza çıkıyor. Tekzip, protesto bir şey ifade etmiyor.
Bir kere yapışan leke asla kamu hafızasından silinmiyor. Buna rağmen gazetecilerin işlerini yaparken bu kadar umarsız olabilmeleri çok üzücü.”
Özetle, iğneyi “medyaya” batırmamızı istiyorlardı.
Biz “iğneyi batırma” işini “Bu meslekte hatalarınız, sevaplarınızdan çok göze batar” diyen Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’ye bırakmak istiyoruz. Zira, o her gün okurlardan gelen “hatalarla ilgili” soruların muhatabı.
Gazetecilerin, mesleklerini yaparken sergildikleri refleksle ilgili bir örneği kendisinden aktarıyor;
“Silah sesleri yükseldiği sırada kuliste haber yazdırıyordum. Telefonu bırakmamla içeri doğru koşmam bir oldu. Kolay olmadı ilerleyebilmek.
Telaşla kaçmaya çalışan insanların oluşturduğu büyük bir dalga vardı karşımda.
Ne kadar sürdü o çabalama halim hatırlamıyorum.
O andan unutamadığım görüntü, spor salonuna girmeyi başardığımda koruma polislerinin tavana doğru ateş etmesiydi.
Eğilerek tribünlerin önüne doğru ilerledim. Az sonra da silahlar sustu ve o zaman öğrenebildim ne yaşandığını, Turgut Özal’a suikast girişimi olmuştu.
ANAP’ın olaylı o kongresinden sonra aklımı hep meşgul etti salona girmeye çalıştığım an. İnsanlar tehlikeden kaçıyordu, bense ne olduğunu bile bilmediğim, silah seslerinin geldiği bir salona girmeye çabalıyordum.
Gazetecilikte yıllarım geçtikçe daha iyi anladım. ANAP kongresindeki o davranışım, sıradan bir gazeteci refleksiydi. Bana özgü bir davranış değildi.
Gazeteci milleti böyledir. İnsanlar olaylardan kaçarken gazeteci doğrudan üzerine gider tehlikenin.
Kaçırılan bir uçakta olmayı hayal eden ya da savaşları izlemeyi neredeyse büyülü bir iş gibi gören kaç meslek erbabı olabilir gazeteciden başka?”
SONUÇ
Muradımız medya ve gazeteci savunuculuğu yapmak değil. Medya dünyasını merak edenler ve o dünya ile iletişim içinde olanlar için “mevcut durumu” yansıtabilmek. O nedenle, Faruk Bildirici’nin aynı yazısından bir alıntı ile bitiriyoruz;
“Zaman denilen karşı konulamaz bir güçle yarışmaktasınızdır çünkü. Hem de her gün yapılan bir yarıştır.
O gün en iyi 100 metreyi koşsanız da yarın daha iyi koşmak zorundasınızdır. Bilirsiniz ki, yaptığınız gazete ertesi gün binlerce okurun gözlerinin önündedir; hatalarınız sevaplarınızdan çok göze batar.
Onun için sahadaki muhabirler kadar, stres altında yaşar yazı işleri elemanları, editörler. Ağır baskı altındadır ruhları da kalpleri de...”