• "Siyasilerin ve medyanın sizlere sunmuş olduğu hayatı beğenmiyorsanız, kendinize Dostoyevsky'den, Sartre'den, Camus'den, Rousseau'dan oluşan bir hayat kurun…"
  • “Magazin hayatın gerçeğidir, hayatın kendisidir. Bazen bir balıkçının hayat hikayesinden de magazin çıkarabilirsiniz, bazen bir çöpçünün hayat hikayesinden de...”
  • “Magazin hayatın ta kendisidir. Bazen sokaktaki sıradan bir vatandaşın milyonlara anlatacağı çok ilginç bir hayat öyküsü olabilir. Gazetecilik marifeti, işte böylesi insanları bulmak, konuşturmak ve ilginç öyküleri bize aktarmaktır…”


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



Bu sözler hafta sonu kaybettiğimiz sosyal bilimci ve iletişimci Prof. Dr. Ünsal Oskay’a ait.

Bir türlü nereye koyacağımızı bilemediğimiz medyayı algılamamızda zihnimizi açan Ünsal Hoca’nın İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik dördüncü sınıf öğrencisi Sergün Kurtoğlu ile İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi İletim -Nisan 2002- için yaptığı ders gibi bir röportajdan bir bölümü “saygılarımızla” aktarıyoruz:

“Medyanın özgürlükçü bir yayın politikası izleyebilmesi için demokratik ortamın yetersizliği: Bu bir rastlantı mı, giderilmesi mümkün olan bir sorun mu, yoksa bugünkü toplumların yönetilme biçimlerinin getirdiği mantıkî bir zorunluluk mu?

Demokratik açılımlara, bugünkü toplumların yönetilme biçimleri elveriyor mu, elvermiyor mu?

Eski toplumlarda yönetici elitle geniş halk kitleleri arasındaki ilişkiler son derece sınırlıydı. Taşrada yaşayan yönetilenlerin büyük kentlerde toplanan erişkin alanlarına katılmaları söz konusu olmuyordu.

Modern kapitalizm dediğimizde, önce dış ülkelerde pazarın genişletilmesine çalışıldı. Dış ülkelerin çoğu gelişmekte olan, sanayileşmemiş, yoksul ülkeler oldukları için, bu ülkelere satılabilecek ürünün müşterisi dar bir kitleydi.

Bunun üzerine 1850'lerden itibaren sanayileşmiş ülkeler, Fransa, İngiltere, kendi ülkesindeki çalışan kesimlere tüketimi yaygınlaştırarak kâr hasılasını büyüttüler. Bunu iki yönden çok önemli gördüler:

1 - Servetlerini büyütmeleri için kazanmaları gereken parayı artırdılar.
2 - Çok değişik bir yönetim biçimi ele geçirdiler.

Sanayi toplumları, kendi ülkelerindeki geniş kitlelere de tüketimi açarak bu insanları düzene bağlamayı, düzenden onların da pay almalarını amaçlıyordu. Bunun maliyetini, sömürge ülkelerde yoğunlaşan sömürüden ötürü, yoksullaşan halklar ödedi.

Böylece batı ile doğu ülkeleri arasındaki büyük farklılaşma ortaya çıkmaya başladı.

1850'lerden başlayan bu süreçle, yönetici elitin yaşadığı kentlerin dışında kalsa bile, coğrafî anlamda aynı hayatı paylaştığı için halkın öyle kenarda kalması, tüketime katılmaması, sistemin işleyişinden pay almaması mümkün değildi.

Böylece geniş kitlelerin toplumsal hayata, üretime ve tüketime en geniş boyutlarda katılmalarını amaçlayan yeni bir yönetim biçimlendirildi. Bu yönetim ile kitleler hem hayatın değerli birçok alanına sokuldu, hem bu alanlarda hangi amaçla, ne gibi işlemler yüklenecekleri belirlendi, hem de o işlemlerle sınırlı olarak yaşamaları sağlandı.

Halkın politik hayata katılmasını pek istemeyeceksiniz, ama kentteki tüketimi, vitrinleri vb. görsün, fazla mesai yapsın, ek alsın ve mümkün olan fazla tüketimi yapsın isteyeceksiniz.

Halk hayatın birçok alanında var, ama o hayatın işleyişini belirleyen kararların alındığı süreçlerde yok. Seçim doğrudan doğruya halkın iradesiyle değil, halkın iradesine sunulan adaylarla, yani elitin kendi içindeki bir tür kan tazelemesi şeklinde gerçekleşir.
 
Halkı kenarda bırakmayacaksınız, hayatın her alanında yer almasını sağlayacaksınız, ama, politik süreçleri iktisadî hayatın, sosyal hayatın işleyişi ile ilgili temel kararlarını alırken katmayacaksınız; peki bu nasıl olacak?
 
Hem merkeze doğru gelecek, hem hayatın her alanında yer alacak, hem de o hayatın can alıcı noktalarından haberdar olmayacak.
Bunu neyle yapabilirsiniz?

Orta Çağ'daki toplumun inşasında kilise, katedraller işlev görüyordu; eğitim de onların elindeydi. Günümüz kilisesi medya.

Amaç ne? Yönetici elitin hem yanında olacak, hem de yönetici elitin sizler için uygun gördüğü rollerin icraatından ibaret bir hayat tarzının içinde yaşayacaksınız.
 
Medyanın bu nedenle bize iyi şeyler vermesi için, hem mülkiyet ilişkileri açısından, hem de kültürel açıdan yeniden biçimlendirilmesi lâzım.
Bunun olması için de demokratik ortamın geliştirilmesi gerekli. Bugünkü eşitsizliğe, yabancılaşmaya dayanan ve bir elitin yönetiminde işlemesi gereken toplumsal sistemlerde, demokrasinin gelişebileceği yer bu kadar.
 
Peki ne yapmamız lazım?

Tüketici dernekleri, kadın dernekleri, diğer sivil toplum örgütlerinden onaylanarak oluşturulacak adaylardan farklı bir yasama organı yaratılırsa ve seçilen adamlar pusulayı sapıttıkları zaman halk tarafından geri alınabilirse, bugüne kadar yaşanmamış bir demokratik toplum hayatı inşa edilebilir.

Tüm bunların olabilmesi için de kadın, erkek, okumuş, okumamış herkesin bu şeyleri öğrenmesi, düşünmesi gerekir. Güdülenmesi değil, kendi kendine karar alacak kadar bilinçlenmesi gerekir.

Bu çok uzun bir hikâye; ama daha kısa hikâyelerden bir çözüm gözükmüyor."