• Yazılıda iyi, sözlüde kötü, kanaat notu sıfır
  • Bir özür, bir jest nasıl “göstermelik” kalır?


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



“Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler”...

Eskiler, bir olayda kendi durumunu övgüyle anlatırken olumsuz veya eksik tarafını ağzından kaçırmaya dair insanlık durumunu bu sözle betimlemiş. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da sık sık kullandığı bu söz, bu hafta “Gaf Ebesi” olarak ün yapan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından bizlere hatırlatıldı.

İçişleri Bakanı, İzmir Karabağlar Polis Merkezi’nde, Temmuz ayında feci şekilde dövülen  ve görüntüleri geçtiğimiz haftalarda medyaya sızan Fevziye Cengiz’in başına gelenlerle ilgili açıklama yaparken, medyaya kızgınlığı da dilinden sızdı.

Bakan, medyaya o kadar öfkeliydi ki olayın medya tarafından aylar sonra ortaya çıkarılmasına çok içerlemişti.



Olayın meydana geldiği 16 Temmuz’dan kısa bir süre sonra “polisler hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını” ve “polis karakolundaki güvenlik kamerası kaydının da gizlenmediğini” söylerken “Daha ne istiyorsunuz?” demeye getiriyordu:

“3 Aralık'ta kaset ele geçiyor. Şimdi bu kasetle ilgili biraz daha ayrıntı vermek istiyorum. Bulunan kaset, ele geçen bu kaset gizli bir kaset mi? Hayır.

Peki bu kaset dışarıdan birinin çekimi olan bir kaset mi? Hayır.

Şimdi söylüyorum. Bu kaset İzmir Karabağlar Polis Merkezi'nde şikayetçi olunan, bizim de uygun görmediğimiz tutum ve davranışların sahibi, personelin o andaki hal ve hareketi kayıt altına alan İzmir Karabağlar Polis Merkezi'ndeki devletin orada çalışan görüntü kasetidir.

Peki neredeydi bu kaset? Bu kaset olayın delili olarak, ilgili savcılığın dosyasındaydı.

Peki, bu kaseti biz yayın mı yapmalıydık? Hayır. Bu kaseti vermemiz gereken yere vermiş miyiz, savcılığa teslim etmiş miyiz? Etmişiz. Savcılık bunu izlemiş mi, izlemiş. Davasını açmış mı, açmış. Takdir kendisinin.
 
Bu kasete 3 Aralık tarihinde ulaşıp, yeni bir olaymış gibi yepyeni bir olay gibi kamuoyuna takdim etmek, bu ülke kamuoyunu zaman yönünden yanıltmaya hakkımız var mı? Kim olursak olalım. İster devlet kurumu, ister medya olalım.

İkincisi şöyle bir mecburiyetimiz yok mu; işin ortasında bulunmak bunu gerektirmiyor mu? Bu kaset Karabağlar Polis Merkezi'nde kayıt yapan kaset, oradan bu görüntüler alınmış ve savcılığa verilmiştir demek gibi bir erdemlilik gerektirmiyor mu?"


Bakan neredeyse “görüntülerin gizlenmemiş olması” yüzünden takdirname veya plaket almayı bekliyor gibi. Oysa “medyanın olayı ortaya çıkarmasından sonra” polislerin görevden el çektirildiğini ve suç davası içeren bir soruşturma başlatıldığını unutuyor.

Bakanın gözden kaçırdığı bir başka konu ise Fevziye Cengiz’in Temmuz ayından bu yana yaşadıkları, hayatının adeta zindan edilmesi.

İddia o ki Fevziye Çelik’in eşi dayakçı polislerin “eşinin şikayetini geri alması” için yaptığı baskı ve tehditle işten çıkarılıyor. Bu da yetmiyor, Fevziye Cengiz’in “konsomatristik yaptığı” iddiaları nedeniyle mahallede yaşatılan baskı nedeniyle aile evden atılıyor.

Bu arada, konsomatrislik yaptığı söylenen Fevziye Cengiz’in “anneanne” olduğunu ve o gece de hamile kızının doğum öncesi kutlama yemeğinde bolunduğunu bilmeyenlere hatırlatalım.

Bakan'a dönersek, her zamanki gibi bu işlerde en çok kızılan taraf olan medyaya olan öfkesiyle, “Ne var bunda sürekli gündeme getirilecek?” deyip, medyaya insan hakları ihlalleri konusunda da “editoryal” akıllar veriyor.

Fevziye Cengiz’in katıldığı bir televizyon programını eleştiren Bakan şöyle konuşuyor:

"İnsan hakları adına bu ülkede yapılmış hatalara örnek olarak veriliyor ve verilmeye çalışılıyor. Belli ki ruh hali sıkıntılı bir konuk alınmış. İnsanlar güya program adıyla meşgul ediliyor. Bir olay üzerinde yüzbinlerin teşkilatı, imaj yönünden zedelenmeye ve üzerinden bir yerlere bazı mesajlar verilmeye çalışılıyor.

İyi bulaşık yıkama özelliği olan bu programcıya şunu sormak istiyorum. Siirt’e, Eylül ayında haince teröristler tarafından taranarak hayatını kaybeden kızlarımız, Batman’da Mizgin Hanım. Karnında bebeğiyle saldırıda bomba ile hayatını kaybetti. 2010 Eylül ayında Hakkari'de yolculuk yapan kırmızı minibüste hayatını kaybeden anne ve onun hayatta kalan kızı Zeynep, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü Bingöl’ün Genç İlçesi’nde bir kadın terörist bomba yükü patladı. Ona müdahil olmak isteyen bir anne Hatice Belgin, 3 ya da 4 tane yetim bıraktı geride.

İnsan hakları adına bu ülkede daha çok sayabiliriz. Hayatına kast edilen kadın örneği yok mu? Soruyorum.

Karabağlar’daki olayı tasvip etmiyoruz. Kaset yayınlandıktan sonra görevlileri görevden uzaklaştırdık. Özür de diledik, İzmir Valiliği üzerinden.

Ben de özür diliyorum.

Bu olay Türkiye’ye yakışmıyor doğrudur da, Türkiye’ye yakışmayan başka olaylar yok mu? Onları neden görmüyoruz."



SONUÇ

Sonuçta İçişleri Bakanı “özür” diliyor ama ağzından çıkan özür göstermelik kalıyor.

Bakan’ın belki de sadece yazılı açıklama yapması gerekiyor. Dersini çalışsa da sözlükte kavramları karıştırıyor, medyanın kanaat notu o yüzden Bakan nezdinde kırık.

Hele ki “Yani İzmir Konak meydanına darağacı kuralım, personeli darağacında asalım mı?" derken sözlü ifade eksikliği ve göstermelik tavrı daha da belirginleşiyor.

Nitekim, Ahmet Hakan, bazı jestlerin göstermelik kaldığına ilişkin geçen hafta yaşanan iyi bir örneği Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine taşımış. Cumartesi günkü yazısında, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın kendisini protesto eden öğrenciye gösterdiği “pozitif enerji”yi, Ahmet Hakan bakın nasıl yorumlamış:

“…İşin 'ama'sı şudur: Eğer bir memlekette... Öğrenci dövmek, öğrenci tutuklamak, öğrenci coplamak, öğrenci hırpalamak 'rutin' hale geldiyse... O memleketin bakanlarından birinin 'rutin dışı'na çıkması, bakan ne denli içtenlikli olursa olsun 'göstermelik' kalır.”