Siyasetten, fikirlerden, komplo teorilerinden bağımsız olarak, birlikte bir siyasetçi analizi yapalım mı?

Medya ve elbette kamuoyu ile iletişim için ipucu sorularını da soralım. Çünkü, bu analiz çok soru kaldırır.

Kahramanımız Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce. Zira, diğerleri henüz ortalıkta yok. CHP ve İYİ Parti genel başkanları, şimdilik iletişimde “derin sessizlik” stratejisini seçmiş görünüyorlar.


Azime ACAR
 



Muharrem İnce’nin, girişi çıkışıyla toplam 30 dakikalık basın toplantısından başlayalım.
 


“TRT ÇIK DIŞARI…”

Muharrem İnce, saat 12.00’de başladığı basın toplantısı için salona girdiğinde, kameralar canlı yayın için çoktan yerlerini almıştı. Salona girer girmez, yayın için bekleyen kameralara dönen İnce, “mitinglerinin bir dakikasını bile yayınlamayan TRT’den dışarı çıkmasını”  istedi.

Kamerasını kucaklayarak çıkışa doğru yönelen TRT kameramanının arkasından, “Lütfen, sizinle ilgili değil, emekçilerle ilgili değil bu tavrım. Size kahve ikram edebilirim çıkışta” diye seslenmeyi ihmal etmedi. Elbette, medya da bu çıkışı kayda aldı.



İnce, son hazırlıkların tamamlanması için 3 dakikaya yakın kürsünün ardında bekledi. Bir yandan suyunu yudumladı, salonu gözleriyle taradı, gazeteciler ve çoktan yayına geçen televizyon ekranları başındakiler de İnce’yi ince ince inceliyordu.

Tüm gece süren derin sessizliğinin ardından herkes İnce’nin yüzünden, mimiklerinden bir anlam çıkarma çabasındaydı.

Zira, gece saatler 01.00’e yaklaşırken Fox TV’den İsmail Küçükkaya’ya yolladığı “Adam kazandı” mesajının dışında hiç görünmemiş, sesi duyulmamış, sosyal medya üzerinden kendisine yapılan tüm çağrıları yanıtsız bırakmıştı.

Tüm iletişimi saat biri 19 geçe twitter hesabı üzerinden, “Bugün saat 12.00’de CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyeceğim” duyurusuyla sınırlı kalmıştı.
 
11 saat boyunca kaçırıldığı veya tehdit edildiğine dair bin bir komplo teorisi üretilmişti.



“ŞİZOFREN, HASTA İNSANLAR…”

İnce, konuşmasına sosyal medyada dolaşan komplo teorilerinin hiçbirinin doğru olmadığını söyleyerek başladı;

“Bunların hepsi yalandır, böyle bir şey yoktur. Kimse tehdit etmedi. Tehdit edecek adam da henüz yeryüzüne gelmedi. Ama böyle bir şey olmadı. Yok eşimi kaçırmışlar, beni tehdit etmişler, albaylar…

Bunlar birkaç şizofrenin, hasta insanların…Onları ciddiye alıp yaymak da bir problem ama neyse. Böyle bir şey yok. Bunları bir kapatalım. Yok ben saraya gitmişim falan, bunların hepsi asparagas şeylerdir. Bunları bir kapatalım.”


Seçimde yenilmiş olmanın hüznünün yanı sıra endişe, öfke ve korku sarmalında gidip gelenleri “şizofren, hasta” yaftası yapıştırıverdi.

İpucu sorusu; Uzun ve sessiz gecenin ardında, arkasında başka bir şey var mıydı sorusunun yanıtını belki bir gün verir. Ama medyanın karşısına çıkınca, o insanlara endişeleri için sadece “teşekkür” edip, “iyiyim” demesi yeterli olmaz mıydı?


“İKİ TÜR KONUŞMA VARDIR: BİRİSİ PROMPTER, DİĞERİ…”

İnce, bu hiç sağlıklı görünmeyen girişin ardından, toplam altı buçuk dakika süren “yazılı açıklamayı okuma” kısmına geçince bir kez daha şaşırttı.

Gözlerini önündeki metinden neredeyse ayırmadan okuması üzerine, 107 mitingin hiçbirini kağıttan veya promter’dan yapmayan İnce’yle ilgili komplo teorilerine bir yenisi daha ekleniverdi. Neden mi?

Cevabını İnce’nin Van mitingindeki konuşmasından verelim:

“Ben size nasıl konuşuyorum? Yürekten, ciğerden konuşuyorum. İçimden gelenleri konuşuyorum. Konuşma iki türlü yapılır. Bir küçük notlar alırsın, küçük notlara arada bakarsın, içinden geldiği gibi konuşursun. Bir de şöyle var. Camdan okursun. Seyirci görmez onu, o camdan yazılar akar. O yazıları okur, sen de ezbere konuşuyor zannedersin.”

İpucu sorusu; Camdan değil candan konuşmalar yapabilme becerisi varken neden basın toplantısında sadece kağıttan okumayı tercih etti? Belki onun da bir gün yanıtını verir ama “medyanın ve kamouyunun karşısına çıkmakta geç çıktığı için candan bir özür dilemek” daha etkili olmaz mıydı?




DEMEKKİ NEYMİŞ: GAZETECİYLE DOST OLURKEN…

Açıklamanın ardından 17 dakika süren soru cevap bölümünün en can alıcı kısmı elbette Fox TV’den İsmail Küçükkaya’ya attığı ve “Adam kazandı” dediği mesajıydı;  

“Bir hatam oldu. Onu kabul edeyim. Ben İsmail Küçükkaya'ya arkadaş olarak mesaj attım, onun haber yapacağını tahmin etmedim. Benim gibi deneyimli bir siyasetçinin bunu yapmaması gerekirdi. Vatandaşlarımızın, oy veren yurttaşlarımızın bunu bir twitle öğrenmemesi gerekirdi, bunu benden öğrenmesi gerekirdi.  Ama emin olun onu haber yapacağını düşünmediğim için.

Çünkü takip ediyordum ben sonuçları, ıslak imzalı tutanakları. Her şey netleşsin ondan sonra açıklama yapacaktım. Onu bekledim. Çıkacaktım, sonuçları bekliyordum. Demek ki gazetecilerle dost olurken daha dikkatli olmak gerekiyormuş. Hata benim, böyle bir şey yazmamam gerekiyormuş. Özür diliyorum o konu için.”


Kamuoyunun yenilgiyi kabullenmesini böyle öğrenmesinin “şık” olmadığını da ekledi.
 


Muharrem İnce’nin bu açıklamasının ardından seçim yayınını bitiren ve Tolgshow’a geçen Fox TV ve İsmail Küçükkaya “Haber yapılması için yazılmamış bir mesajı yayınladıkları” gerekçesiyle eleştiri yağmuruna tutuldu.

Küçükkaya’nın paylaştığı o mesaj, seçim gecesinin yönünü değiştirdi, CHP parti sözcüleri medyanın karşısına çıktı, yenilgiyi kabul etti, destekçilerine “evlerinize gidin” çağrısı yaptı.

Küçükkaya, sabah saat 10.27’de “Ben gazeteciyim” twitini paylaştı, İnce’nin basın toplantısının ardından “Haber değeri var” diyerek devam etti.

İpucu sorusu: Gazeteci işini yaparken, dostluğu dikkate alır mı, almalı mı?  Hele ki bir seçim gecesi kimsenin ulaşamadığı bir isme, ulaşmayı başaran ve canlı yayın yapan bir gazeteciyse…

Bu sorunun yanıtını diken.com.tr yönetmeni Erdal Güven’in twitiyle verelim;
“O mesajı haber yapmayanın gazeteciliği sorgulanmalı.”


BOZUK PLAK TEKNİĞİ VE GAZETECİLER

Muharrem İnce’ye yöneltilen soruların önemli bir kısmı CHP’ye ilişkindi, olması da kaçınılmazdı.

İlk gelen soruyu, “Parti içi konuları tartışmayacağım sizinle, boşuna yorulmayın. Ben cevap vermeyeceğim.” dedi ama ikinci, üçüncü kez sorular biçim değiştirerek ısrarla gelmeye devam edince, “Üç etti, dördüncüyü sorarsanız, toplantıyı kapatalım” ayarı verdi.

İpucu sorusu; Gazetecilerin bozuk plak gibi ısrarla aynı soruların etrafında dönmesine ayar vermek yerine, gülümseyip, “Bunu yanıtlamıştım. Sıradaki soruyu alalım” diyebilmesi mi daha güçlü bir etki yaratmaz mıydı?



Kimbilir,  tüm bunların belki bir sebebi vardır, altında yatan bilmediğimiz bir şey vardır ama  peşinden gidenlerin böylesi bir iletişimi hak etmediği kesin.

Akıllarda hala takılı kalan tüm sorulara karşın, sadece zamanlamayı doğru yapsaydı?

Misal, aynı basın açıklamasını gecenin kör bir saati de olsa yapsaydı, bugün hala umut beslenen bir lider olma özelliğini koruma şansı artmaz mıydı?